MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Milletvekilleri, Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri, Merkez Disiplin Kurulu Üyeleri ortak toplantısı sonrasında açıklamalarda bulundu.
MHP’de tartışılan kongre süreciyle ilgili açıklamalarda da bulunan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, kongrenin düzenleneceği tarihi de açıkladı. Bahçeli’nin yaptığı açıklamaya göre MHP Olağan Kongresi 18 Mart 2018’de yapılacak.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin açıklamaları şu şekilde:
Sözlerimin başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, düzenlediğimiz basın
toplantısına hoş geldiniz diyorum.
8-9-10 Ocak 2015 tarihleri arasında Merkez Yönetim Kurulu Üyelerimiz,
Milletvekillerimiz ve Merkez Disiplin Kurulu Üyelerimizle birlikte Ankara’nın bu güzel
ilçesinde bir araya geldik.
Çok yararlı olduğuna inandığım toplantılarımızda fikri, siyasi ve gündeme ilişkin
değerlendirmelerimizi etaplar halinde gerçekleştirdik.
Üç gün süreyle devam eden Kızılcahamam Kampımızın verimli ve başarılı geçtiğini
memnuniyetle ifade etmek isterim.
Yine memnuniyetle belirtmem gerekirse, Türkiye’nin ana gündem konularını etraflıca
analiz etme fırsatı bulduk.
Alanlarında uzman ve yetişmiş arkadaşlarımız ülkemizi meşgul eden meselelerle ilgili
değerli ve doyurucu bilgi ve sunumlarını yapmışlar, katılımcıları aydınlatmışlardır.
Ortadoğu’daki sancılı, bir o kadar kaotik ve karmaşık atmosfer tarihsel boyutuyla ele
alınmış,
Bilhassa 2015’de Türkiye’yi ve dünyayı yakından etkileyen politik gelişmelerin
yanında, 2016’ya yönelik beklentiler anlatılmış,
Irak ve Suriye’deki Türkmenlere sistematik zulüm ve eziyetlerin yanı sıra milli davamız
Kıbrıs konusundaki çalışma ve tespitlerimiz görüşülmüş,
24 Kasım 2015’de hava sahamızı ihlal eden Rus uçağının düşürülmesinin ardından
ortaya çıkan sosyal ve ekonomik maliyetler kapsamlı şekilde paylaşılmış,
1 Kasımla beraber teşkil eden 26. Dönem TBMM’de, parti Meclis grubumuzun faaliyet
ve çalışmaları hakkında bilgi verilmiş,
Elbette, yeni anayasa süreciyle birlikte partimizin hem dün hem de bugün sahip olduğu
ilkeli duruş hakkında bütün dava arkadaşlarımız bilgilendirilmiştir.
AKP’nin zorla dayattığı başkanlık sistemine karşı net tutum ve bakışımız bir kez daha
teyit edilmiş, bir kez daha billurlaşmıştır.
Merkez Yönetim Kurulu, Milletvekilleri ve Merkez Disiplin Kurulu ortak toplantısında
değerli çalışma ve görüşlerini bizlerle paylaşan arkadaşlarımıza huzurlarınızda tekraren
teşekkür ediyorum.
Saygıdeğer Dava Arkadaşlarım,
Tarih, geçmişine sırt dönmüş, kökünden kopmuş, öz değerlerine yabancılaşmış nice
devlet ve medeniyetlerin ibretlik çöküşünü kaydetmiştir.
Birlik ruhunu kaybetmiş, hedeflerinin gerisine düşmüş toplum ve milletlerin acıklı
sonları aklı başında herkesin malumudur.
Nasıl ki geçmişteki bir hatanın faturasına bugün katlanmak kaçınılmazsa, bugün
yapılacak bir yanlışın, atılacak gafil bir adımın bedeli de gün gelecek mutlaka ağır şekilde
ödenecektir.
Şu günkü zaman dilimine, insanlık düzlüğe çıkmak isterken istikrarsızlığa dümen
kırmış, maddi ve teknolojik ilerleme yaşarken manevi bunalımın pençesine düşmüştür.
Bu nedenle krizler seriye bağlamış, anlaşmazlıklar ve uzlaşmaz çelişkiler zirveye
tırmanmıştır.
Vahşileşen egemenlik mücadeleleri, hiçbir kural ve insaf tanımayan yeni sömürgecilik
komploları dünyayı, özellikle komşu coğrafyaları adeta yakıp kavurmaktadır.
18, 19 ve 20. yüzyıllar boyunca tesir gücünü arttıran, yerkürenin her yanına sıçrayan
güç ve paylaşım kavgalarının daha şiddetlisi, daha zalimi bugünlerde vuku bulmaktadır.
Dünya üzerinde artan eşitsizliği konuşan yoktur.
Yaygınlaşan adaletsizliği, devasa boyutlar alan ahlaksızlığı dert edinen, insan hak ve
hürriyetlerini hakkıyla savunan da görülmemektedir.
İnsanlık vicdanı çoraklaşmaktadır.
İnsani haslet ve özlemler çürümektedir.
Milli, tarihi ve yerel hassasiyetler yok sayılmaktadır.
Etnik, mezhep ve dini kutuplaşma tehlike saçmaktadır.
Gizlense de, medeniyetler birbirini yutma gayesiyle mevzilenmektedir.
Şiddet hâkim bir üslup ve politika haline gelmiştir.
Hangi devlet veya milletin daha çok silah ve parası varsa haklı ve pervasız; hangisinin
yoksa adeta esir olduğu perişan bir dünya tablosu karşımızdadır.
Özgürlük lafta kalmaktadır.
Demokrasi yalnızca sözde hatırlanmaktadır.
Uluslararası hukuku takan ve tanıyan da gerçek manada pek yoktur.
Ortadoğu’daki derin kamplaşmanın, dökülen masum kanların, dövülen, dağlanan ve
dağıtılmak istenen tarihsel mirasın müsebbiplerini uzaklarda aramanın da akılcı bir yanı
yoktur.
Birinci Dünya Savaşı sürerken haritalar üzerinde keyfi oynamalar yapıp en ince
detaylara kadar coğrafya taksimatına soyunanların kapanmamış bir hesabı vardır.
Osmanlı’yı hasta adam ilan edenlerin tedavi edilmemiş aç gözlülükleri, tasfiyesi
olmayan hınç ve hırsları vardır.
Dün bize parmak sallayıp üzerimizde plan yapanların kor gibi içten içe yanan kin ve
öfke dolu emelleri son derece acımasızdır.
Gerek komşu coğrafyalar, gerekse de ülkemiz şu anda ne yaşıyorsa, neye maruz
kalmışsa dünün eseri, dünün ertelenmiş bir çekememezliğidir.
Her şey açık ki, Ortadoğu’yu tekrar bölmek istiyorlar.
Ortadoğu’yu yeniden parçalamayı, hücrelerine kadar sömürmeyi; insan ve doğal
kaynaklarını tamamen eritmeyi hedefliyorlar.
Bunun için kaos fitilini tutuşturup, Ortadoğu’yu bütünüyle sömürge kafesine tıka basa
doldurmayı projelendiriyorlar.
Büyük Orta Doğu Projesi’nin çıkış gayesi de budur.
Arap Baharı isimli isyan dalgasının ana amacı da buna hizmettir.
El Kaide, IŞİD, El Nusra, Boko Haram, PKK, PYD ve diğer terör örgütlerinin
silahlandırılıp maşa olarak kullanılması, kiralık örgüt kategorisinde görülmesi rastlantı
değildir.
AKP hükümeti bu küresel oyunlara alet olmuş, cinayet projelerini maalesef ki
destekleyerek zalimlerle aynı safa girmiştir.
Hiçbir yasal ve anayasal dayanağı olmayan BOP’a, gururla eşbaşkanlık yapan Recep
Tayyip Erdoğan’ın Ortadoğu’nun bugünkü kanlı manzarasında payı ve parmağı vardır.
Türkiye’nin tüm komşularını karşısına alan ve Haçlı niyetlerine kanan AKP’nin, şu
günkü dehşet döngüsünde katkısı inkar edilemeyecek düzeydedir.
Batı’nın çıkarlarına öyle geldiği için evvela parlatılan, göklere çıkartılan, Arap
sokaklarında şöhret kazandırılan Erdoğan’ın; çok geçmeden husumet odağı haline gelmesi
şüphesiz ki unutulacak, gözden uzak tutulacak bir çarpıklık değildir.
Erdoğan sayesinde Türkiye Ortadoğu’dan soyutlanmıştır.
AKP’yle Türkiye, tarih ve kültür bağlarıyla sımsıkı bağlı olduğu Ortadoğu’dan
uzaklaştırılmış, ötelenmiş, çok açık biçimde dışlanmıştır.
Görüyor ve üzülerek şahit oluyoruz ki, Türkiye Suriye’nin içişlerine karışmanın vahim
sonuç ve çatlaklarını her düzeyde, her şekilde yaşamaktadır.
AKP, Irak’ta yanlış ata oynamanın, Mısır’da tarihin yanlış tarafında durmanın, İsrail’de
istismarcı tutumların, İran’da tutarsız hamlelerin, Libya’da tenakuz dolu hataların, Kıbrıs ve
Kafkaslar’da milli politikalardan keskin savrulmaların bir numaralı sorumlusu ve suçlusudur.
Bunu söylemeyi istemezdik, ama Türkiye’nin dış politikası kalmamıştır.
Zira AKP artık politikasızlığa, iktidarsızlığa mahkum olduğu kadar; çaresizdir, eli kolu
BOP zincirleriyle, eşbaşkanlık zorbalığıyla, stratejik derinlik kilidiyle düğümlenmiştir.
Hükümetin hiçbir sözü adresini bulmamıştır.
Hiçbir öngörüsü tutmamış, hiçbir hedefi gerçekleşmemiştir.
Irak’ın Süleymaniye kentinde, 4 Temmuz 2003’de 11 Türk askerinin başına çuval
geçirildiğinde AKP’nin tüm inandırıcılık ve yaptırımı sona ermişti.
Türkmeneli’nde yapılan katliamlara ses çıkarmadığı, Türkmenleri yok saydığı gün
miadı dolmuştu.
Küresel vahşet tuzağına düşüp Türkiye’nin jeopolitik ufuk ve ihtiyaçlarını hiçe saydığı
gün milli gönüllerden düşmüştü.
Kerkük’te tapu daireleri yakılıp, Türkmen varlığı işkencelere uğrarken, Barzani’ye
yanaştığı ve yumuşadığı gün AKP milli vicdanlarda mimlenmişti.
Irak’ta Müslümanlar topluca infaz edilirken, Afganistan harabeye çevrilirken ABD
askerlerine başarı dilediği gün AKP tükenmiş, iflas etmişti.
Peşmergenin Ayn el Arab’a geçmesine izin veren, PYD ve PKK’ya cömert destekleri
sessizce izleyen AKP’dir.
IŞİD’e uzunca bir süre tepki göstermeyip, sınırlarımızı yabancı savaşçı ve teröristlere
açan, Suriye muhalefetinin arkasında durmak adına Türkiye’nin uluslararası imajını bozan
AKP’dir.
Türkiye’nin milli çıkar ve bekasını Barzani’nin keyfine, terör örgütlerinin eline bırakan
da AKP’dir.
Davutoğlu 27 Kasım 2015’de “Fırat’ın batısına geçeni vururuz” diyordu.
Erdoğan 10 Kasım 2015’de “Fırat’ın batısına kimse geçemez” sözleriyle kararlılık
mesajları veriyordu.
Peki ne oldu? Nitekim olan aynısıyla şudur: YPG terörü geçen hafta Fırat’ın batısına
geçmiş, Teşrin Barajını ele geçirmiştir.
Buna karşılık hem Erdoğan hem de Davutoğlu, ısrarla bu terör kuşatmasını inkâr etmiş,
bölgeden gelen haberlerin doğruları yansıtmadığını vurgulamışlardır.
Yani gerçekler saptırılmış, milletimiz kandırılmıştır.
Güney sınırlarımıza paralel uzanan Azez ve Carablus arasındaki 90 km’lik Mare
Hattı’nın PYD’nin kontrolüne geçmesiyle, hainler sözde Kürdistan koridorunda çok önemli
bir mesafe kaydedeceklerdir.
Sözde Kürdistan’ın inşası devam etmektedir.
Erdoğan’ın, 19 Kasım 2014’de, Barzani’nin huzurunda Kürdistan’dan bahsetmesi,
TBMM’deki bölücülerin Kürdistan yaygarası, Doğu ve Güneydoğu bölgelerine ayrı bir
tanımlama getirme küstahlıkları Türkiye’nin nereye sürüklendiğinin işaretidir.
Gerçekten de Ortadoğu’ndan tüten boğucu ve yıkıcı duman Türkiye’yi sarmıştır.
Kaldı ki yıkım ve çözülmenin asıl hedefi de Türkiye’dir.
Türkiye’nin Lüblanlaşması, yani etnik ve mezhebi çerçevede ayrılıp birbirine girmesi
hız ve ivme kazanmıştır.
Cizre, Silopi ve Sur’da Ayn el Arap, yani Kobani provaları yapılmaktadır.
Kazılan hendeklerin içine bin yıllık kardeşliğin imhasını sağlayacak etnik dinamitler
döşenmiştir.
Ve işin daha da vahamet yanı ise, bugünlere açılım, çözüm, barış ezber ve tavizleriyle
gelinmesidir.
Erdoğan’ın mimarı olduğu, canını koyduğu, baldıran zehri içecek kadar gözünü
kararttığı çözüm süreci hendek olmuş teröristleri saklamış, silah, bomba olmuş kahraman
Mehmetçiklerimizi ve polislerimizi şehit etmiştir.
Başbakan Davutoğlu dün Afyonkarahisar’da, son çukurlar, hendekler kapatılıncaya ve
kamu düzeni sağlanana kadar operasyonların süreceğinden bahsetmiştir.
Davutoğlu boşa konuşmaktadır.
Çünkü samimi değildir.
Daha düne kadar kamu düzenini ihlal edip devletin egemenlik haklarına meydan okuyan
teröristlerle masaya oturup Türkiye’yi pazarlık malzemesi yapan Davutoğlu’nun başında
bulunduğu AKP hükümeti değil miydi?
Daha düne kadar İmralı’nın ağzının içine bakan, PKK’ya her istediğini
demokratikleşme kandırmacasıyla veren bu AKP hükümeti değil miydi?
Daha düne kadar Kandil’e kriptolu telefon gönderip Türk askerine PKK’ya operasyon
yapmayın emri veren bu işbirlikçi AKP hükümeti değil miydi?
Hem süreç ihanetiyle PKK’nın şehirlere konuşlanmasına göz yumarlar, hem de
operasyon derler.
Hem PKK’nın süreç ihanetinden istifade edip silah ve mühimmatları il ve ilçelere
doldurmasını seyrederler, hem de kamu düzenini savunurlar.
Hepsinden mühimi ise, hem Oslo’da özerklik ve özyönetim sözü verirler, hem de üniter
devlet ahkâmı kesip Türk milletinin aklı ve onuruyla alay ederler.
Bunlar yalancı, korkak, nankör ve ikiyüzlüdür.
Bunlar Türklüğün hasmı, Türkiye’nin iktidardaki muhalifidir.
Türkiye AKP’den ibaret değildir, AKP’ye, kaçak saraya bırakılamayacak kadar da
büyük ve muazzam bir ülkedir.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Başbakan, partisinin Afyonkarahisar’da dün düzenlenen 24. İstişare ve Değerlendirme
Toplantısı’nda çok talihsiz değerlendirmelere imza atmıştır.
Davutoğlu, esefle karşıladığımız konuşmasında; kaosa geçit vermediklerini, Türkiye’yi
de, gönül coğrafyamızı da zaafa uğratmadıklarını iddia etmektedir.
Bu Davutoğlu hangi âlemde yaşamakta, dünyaya hangi gözlükle bakmaktadır?
Türk devleti Cizre’de sokaklara tam manasıyla giremezken, Sur ve Silopi’de hala
hakimiyet kuramazken, Başbakan’ın kalkıp kaosa geçit vermedik sözü hayal mahsulü, yalan
destanıdır.
Hele hele gönül coğrafyamızı zaafa uğratmadık sözü ancak cahillere söylenecek bir
saptırmadır.
Davutoğlu neyden bahsetmekte, kime, neyi anlatmaktadır?
Her gün gelen şehit haberleri yüreklere ateş gibi düşmektedir.
Saraydan başını çıkaramayanlar, israf ve haram içinde yüzenler; bu milletin oturacak
evleri dahi olmayan mazlum evlatlarının şehadetine ya duyarsız ya da kör ve sağırdır.
Sayın Davutoğlu, polislerimiz canlı hedeftir, görmüyor musun?
Askerlerimiz haince katledilmektedir, anlamıyor musun, hala neyin düzen ve
dirliğinden bahsediyorsun?
Ortadoğu’da kan gövdeyi götürüyor, Türkiye Suriye’den sonraki vahşet durağı olarak
devreye alınıyor, Davutoğlu Erdoğan’la birlikte pembe tablolar çiziyor.
Suriye’nin Azez Kenti’nin Duden Köyü’nde 75 Türkmen’in kafası kesildi, AKP’den bir
ses, bir telin ve taziye duyuldu mu?
Gazze’dekilere ağlayanların, Türk ve Türkmen ölümleri karşısında suskun kalması en
hafif tabirle zulme ortaklıktır, cinayetlere payandalıktır.
Ülkeyi ve milleti hedef alan operasyonlara, ameliyatlara karşı durduklarını söyleyen
Davutoğlu, sen bu asılsız ve uyduruk tezleri kimin adına, kime yaranmak adına
seslendiriyorsun?
Sağımıza solumuza, önümüze arkamıza ölüm çukurları açılmışken, Erdoğan ve
Davutoğlu’nun fildişi kulelerinden, yalan kubbelerinden hakikat kıyımı yapmaları günahtır,
ayıptır, millete en ağır hakarettir.
Davutoğlu’nun; “Acaba milletimizin bize tevdi ettiği emaneti yerine getirirken ihmal
ettiğimiz, eksik bıraktığımız herhangi bir şey var mı” diye sorgulama yapmasına gerek yoktur.
Çünkü her şeyleri baştan ayağa eksik, kusurlu, noksan ve ihmalkârlıktır.
AKP ve himayesi altındaki mihraklar Türkiye’ye çevrilmiş namludur.
Bu namludan Türk milletinin yıkım ve devrilmesi için dedikodu, tezvirat, ihanet,
melanet ve zillet mermi gibi çıkmaktadır.
İşte bu şartlar altında Türkiye yeni anayasa sürecine kilitlenmiştir.
Ve eşzamanlı olarak başkanlık sistemi Erdoğan güdümündeki AKP tarafından tedavüle
sokulmuştur.
Tam bu aşamada, Davutoğlu, “Nasıl bir ülke olmak istiyoruz sorusunun cevabını yeni
anayasa metnine, ruhuna ve lafzına yansıtmak durumundayız.” sözlerini ağzından çıkarmıştır.
Bizim nasıl bir ülke olduğumuzu hala bilmeyen bir şahıs Türkiye Cumhuriyeti
Başbakanı’dır.
Sayın Davutoğlu, bizim nasıl ülke olduğumuzu ya öğren ya da biz sana sabır ve sebatla
kesinlikle öğreteceğiz.
Davutoğlu Afyonkarahisar’dan konuştu, biz de kendisini başkent Ankara’nın
Kızılcahamam ilçesinden milli bir sesle uyarıyor ve kendine gelmesini diliyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti milli ve üniter bir devlettir. Bu bir.
Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, üzerinde tartışma götürmeyecek bir
ilke ve tarihi iradedir. Bu iki.
Türkiye Cumhuriyeti devleti bağımsız yaşama ülkümüzün, birlik ve beraberlik içinde
var olmamızın muhteşem bir eseri ve payidar kalacak bir ecdat yadigârıdır. Bu da üç.
Davutoğlu yeni anayasaya bakınca nasıl bir ülke olmamız gerektiğini değil, milletimizin
ve devletimizin bocaladığı sorunları aşma, hukuki ve siyasi engelleri tesirsiz hale getirme
fırsatı olarak görmelidir.
Her zaman dediğimiz gibi anayasa toplumsal ve siyasal bir mutabakatın zamanlar üstü
belgesidir.
Bu belge kişiye özel hazırlanamaz.
Bu belge yalnızca bir siyaseti gözeterek yazılamaz.
Yeni anayasaya kimliğini kaybetmiş bir ülkeye kimlik yapımı, rejim ve sistemini
bulamamış bir ülkeye yenisini kurma yol ve eşiği olarak bakılmamalıdır.
Yeni anayasada bir devlet veya bir millet tarifi yapmak yerine, devleti daha süratli ve
etkin çalıştırmak; birey, toplum ve devlet ilişkilerini demokratik standartlara kavuşturmak asıl
ve esas olmalıdır.
Biz anayasa yoluyla millet olmadık.
Biz anayasa yoluyla devlet kurmadık.
Ve bu yolla da ne devletimizi ne de milletimizi kaybetmeye, heba etmeye, yeni baştan
36 etnik kimlik çürümüşlüğüne göre bina etmeye tahammül edemeyiz, izin veremeyiz.
Yeni anayasa bir ihtiyaçtır. Buna diyeceğimiz bir şey yoktur.
140 yıldır süren bu tartışma geniş katılımlı bir mutabakatla sonuçlandırılmalıdır. Buna
da itirazımız olmayacaktır.
Fakat Türkiye’nin yeni anayasa kılıfı altında başkanlık sistemine geçmesine;
demokrasiyi özünde benimsememiş, muhalif seslere katlanamayan, parlamenter sisteme kilit
vurmak için her kumpastan medet uman ilkel zihniyetlere ortak olamayız, göz yumamayız.
Türkiye’ye seçilmiş despot değil, yeni bir anayasa gerekmektedir.
Türkiye’nin sorunu sistem değil, var olan sistemin makul ve ahlaki çalıştırılmaması,
devletin rasyonel ve hızlı karar alacak ehil ve milli ellerde olmamasıdır.
Bugün başkanlık isteyenler, yarın hanedanlık kuracağız derlerse ne yapacağız?
Bugün başkan olacağım diyenler, yarın Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi ve milli mirasını
tamamıyla ters tasarruflarla dağıtırsa ne yapacağız?
Bugün başkan olanlar, yarın krallık iddiasında bulunurlarsa buna nasıl mani olacağız?
Her yönetim ve sistem tercihinin coğrafi, sosyolojik ve tarihsel bir temeli vardır.
Bu temel dinamitlenmeden, ki bunun adı darbe veya devrimdir, var olan devletimizin
adını, ruhunu, ilke ve esaslarını değiştirmek kesinlikle imkansızdır.
Bu itibarla AKP’nin başkanlık hayalinden vazgeçmesini, Davutoğlu’nun ise Erdoğan’ın
oyununa gelmemesini istemek en tabii beklentimiz ve tavsiyemizdir.
Biz yeni anayasada vatandaşlık tarifiyle oynanmasına karşıyız.
Biz Anayasa’dan Türk ifadesini çıkarma provalarına sonuna kadar karşı çıkacağız.
Ve biz Türkiye Cumhuriyeti’nin simge ve özeti olan Anayasa’nın ilk dört maddesinin
tahrip edilip kurnazca alaşağı edilmesine de direneceğiz.
Şunu unutmayalım ki, yeni anayasayı Türk milleti adına yapmayı istiyoruz.
Hal böyleyken yeni anayasa, yeni Türkiye derken; Türk milletinin ve Türklüğün
horlanıp aşağılanması teşebbüs aşamasında bile olsa bizim için aşılması imkânsız bir sınırdır.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Küreselleşmenin alt etnik kimlikleri ortaya çıkarma yönünün kışkırtıcı rol oynadığı şu
günkü ortam Türk milli kimliğinin ve milli devletin aleyhine işlemektedir. Bu çok açıktır.
Hükümet tarafından kavramsallaştırılan ve “ortak payda” adı altında servis edilen
yapay ve gevşek formüller Türk milletinin çözülmesini hızlandırmaktadır. Bunun da tüm
yankı ve sonuçları görülmeye başlanmıştır.
İktidara hâkim olan AKP, milli perspektife sahip olmadığından bölücü talepleri sırası
geldiğinde karşılayacak adımlar atarak mahvoluşa doğru bodoslama gitmektedir.
Anayasa’dan Türklüğün ayıklanması ahlaksızca planlanırken, dikkat etmemiz ve çok
yakından takip etmemiz gereken önemli gelişmeler vardır.
Geldiğimiz ve ilerlediğimiz süreç yalnızca Türk olmayanların kimlik kazanımlarına
değil maalesef asırlar içinde kazanılmış Türklük kavramının da zayıflamasına neden
olmaktadır. Küresel çevrelerin kukla gibi oynattığı AKP-PKK ortaklığının gayesi de budur.
Yıllardır çok aktörlü yürütülen bölücülük operasyonuyla Türklük bir alt kimlik olarak
sunulmaya çalışılmaktadır.
Büyük ve asli unsur Türkler kendi devletlerinde göçmen, sığıntı, misafir ve etnik kalıntı
muamelesine maruz kalmaktadır. Erdoğan’ın “Türklükle karşıma gelmeyin” pervasızlığı
bunun için seslendirilmiştir.
Türklerden sözüm ona ayrışmama adına kimliklerinden ve değerlerinden taviz üstüne
taviz vermeleri istenmektedir. Açılım, yıkım ve çözülme süreçleriyle istenen ve ölçülen
tepkiler bu tavizi derinleştirmek içindir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bu tavizin son durağının belirlenmesi ve durulacak
yerin somut olarak tespit edilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Aksi halde yüz yıl sonra ortada Türk’ten eser kalmayacaktır.
Bu gidişle “kimim” sorusunun cevabı “Türküm” olamayacaktır. Ve bu Türklüğün
tarihten silinmesi demektir.
“Ne Mutlu Türküm Diyene” sözüne taarruz eden bugünkü alçaklar bir yana, yarınlarda
Türk olmanın yasaklanacağı ve suçlanacağı karanlık dönemlere de şahitlik edilmesi ihanetin
bu dozda gitmesi halinde sürpriz sayılmamalıdır.
Türkiye’de esasen tartışmaların ağırlık merkezinde Türkler, teslim ve tasfiyesi beklenen
de Türklüğün vicdanıdır.
Milli ve tarih şuurundan mahrum, hatta tamamen yoksun iktidardaki azınlığın milletten
istediği budur.
Dolayısıyla devir kötüdür, kötünündür.
Korkarım ki, artan siyasi Kürtçülüğe ve bölücülüğe karşılık Türkçülüğün
söndürülmesine devam edilmesi halinde yarın ihtiyaç olduğunda vatanı savunacak Türk
aransa da bulunamayacaktır.
Bu boşaltılmış millet olgusu Anadolu’nun istilası için uzun vadeli ve sabırla işlenen
psikolojik harekâtın bir amacı ve maalesef son perdesidir.
Aktörler ise AKP, PKK, İmralı canisi, Barzani ve kaçak saray arasındaki rol dağılımıyla
belirlenmiştir.
Türklerin milli kimlik ve kültürlerini muhafazası ancak Türk milliyetçilerinin
müdahalesi ve uyarısı ile olabilecektir.
Tam tersi durumda, Türk milletinin milli refleksleri kırılacaktır.
Hatırlanırsa, İstiklal Savaşı bir avuç vatansever haricinde bu milli refleksin hemen
hemen dibe indiği bir ortamda yapılabilmiştir.
Görüyorum ki, toplumun her kesimi kaçınılmaz sonu giderek hissetmektedir.
Süreç öyle tazyik ve tertiplerle doludur ki, Türkiye içinden ve Türk milletinden yeni bir
millet kıra döke, bağıra çağıra doğmaktadır.
Malum çevrelerin AKP’den aldıkları cesaretle yeni anayasadan statü ve kimlik talepleri
bunun habercisi ve ipuçlarıdır.
Her şeyden önce anadilini kullanmaya, eğitim yoluyla öğrenmeye başlayan ve bunu da
her geçen gün genişleten etnik yapıların yalnızca kültürel temsili yetinmeyeceklerini
bilmemiz lazımdır.
Dil ile başlayan ve özerk yönetime, federasyona, konfederasyona doğru ilerleyen
içinden geçtiğimiz süreçte, sözde aydınların ve ülke gündemini belirleyen kurumların
önerileri maalesef bize dayatılanların kabulünden başka bir şey değildir.
Sorumluluk makamını işgal edenler 1980’li yıllardan itibaren bu tehlikeli gelişmeyi
görmemiş ya da görmek istememiş, bu nedenle de tedbir adı altında günü kurtaran, sadece
lokal, tesir düzeyi kısıtlı, dar ve sınırlı hamlelerle vakit kaybedilmiştir.
Nasıl ki otuz iki sene önce, bugün karşımıza fiilen ve alenen çıkan bölücülük sorunları
küçümsenmiş veya ötelenmişse, bugün de beş-on sene sonra karşımıza çıkması güçlü olan
olaylar hasıraltı edilmekte, gizlenmekte ya da geçiştirilmektedir.
Öncelikle iç ve dış bölünme lobilerinin bize dayattığı iki milletli bir devlet modelidir ve
bu kapsamda hummalı ve namert bir faaliyet yürütülmektedir.
Anlaşılan tereddüt, üniter devletin yapısına uyum konusunda veya devleti dönüştürme
kapsamında çıkacak sorunların nasıl göğüsleneceği hususunda düğümlenmektedir.
Yeni Türkiye şablonunun dayanağı olarak ilk Meclis’in gösterilmesi bu arayışın
sonuçlarından yalnızca birisidir.
Yanı sıra, başkanlık sistemiyle üniter sistemin çelişmeyeceği propagandası bir başka
takiyyeci uydurma ve sonuçtur.
Geçmişe vizyonsuzlukları ile katkı yapan önemli ve kritik devlet kurumları, şimdi bütün
enerjilerini iktidarın güdümüyle Türk milletini ve devlet organlarını bu yeni oluşuma maniple
etmek için harcamaktadır.
Bazı kesimler ki, aralarında önemli devlet müesseseleri de vardır, bunlar Avrupa Birliği
sürecinin ve hükümetin problemli, asılsız, uyumsuz, hayalci politikalarının getireceği sözde
refahın ayrılmayı durduracağını iddia etmiştir.
Şu ufuksuzluğa dikkat ediniz ki, bu fikrin sahipleri parayı “üst kimlik”, refahı “ortak
payda”, yolu, köprüyü, havaalanını, metroyu, hastaneyi ve diğer tüm sosyal ve ekonomik
yatırımları birlikte yaşamanın şemsiyesi olarak görmektedir.
Milli kültürün kapsayıcı özellik ve mesajları bu çevreleri artık tatmin etmekten uzaktır.
Bu anlayışa sahip ve oldukça da paniklemiş zihniyetlerin her pahasına teröristlerle
müzakerelere umut bağlaması, anayasal suç olan fiillerin tarafı ve azmettiricisi olmaları başka
türlü izah edilemeyecektir.
Bugünkü ortamda başta hükümet olmak üzere, milli emanetlere, millet olmaktan
kaynaklanan her türlü hak, hukuk ve mirasa ilgisiz ve iştahsız kalan karanlık odaklar, tüm
hesaplarını bölünmüş ve paylaşılmış Türkiye fikrine çevirmişlerdir.
Bu itibarla Türk devletinin kurucusu, Türk milletinin kurtarıcısı ve Türk vatanının
garantörü olan Türk milliyetçiliğini dizginleme, engelleme ve terbiye etme eğilimi
kontrolsüzce ilerletilmektedir.
MHP’nin karıştırılması, oyalanması, hatta susturulup içine kıvrılması için haricimizde
faal ve sinsi bir çalışma vardır.
Tertemiz vicdanına, sağlam iradesine, isabetli kararına güvendiğim hiçbir dava
arkadaşım bu akıntıya kapılmayacak, sebebi ne olursa olsun fırsat vermeyecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi Türk-İslam ülküsüne adanmış, millete ve vatana feda edilmiş
ömürlerin şeref ve namus yuvasıdır.
Bu yuvayı bozmak kimsenin harcı olmadığı gibi, buna göz de yumulmayacaktır.
Biz boyunduruk altına girmeyecek bir davanın, el etek öpmeyecek bir ecdadın,
mücadelesinin bedelini canıyla ödemiş binlerce ülkü şehidinin yaşayan neferleriyiz.
Neferiz, çünkü biz bir sevdanın, bir hilal uğruna baş koymuş inanmışlığın
temsilcileriyiz, kısacası Milliyetçi-Ülkücü Hareketiz.
Hareket; durmanın, durgunluğa meyletmenin, duraklama yaşamanın tam zıttıdır.
Hareket tökezlerse, ülkücü heyecanını kaybederse, hayat duracak, hilal vatanın
semalarından inecektir. Allah’ın izniyle bu da olmayacak bir şeydir.
Üzerimizde oynanan oyunları bozmak, hareketimize çelme takmak isteyen, duygusal
hassasiyetleri kaşıyıp felaket tellallığı yapanlara kapalı durmak birlikte başaracağımız bir
konudur.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket her zamankinden daha fazla birbirine kenetlenmelidir.
Badireleri arzuyla, cesaretle, emin ve yerinde kararlarla aşacağımızdan kimsenin şüphesi
olmamalıdır.
Milliyetçiliğe kulp takma ve kara çalma yarışına girenlerin tercih ettikleri yöntem ve
vasıtalar devlet ve milleti acıklı, sancılı, oldukça da kanlı bir parçalanmaya götürmektedir.
Bizim yok oluşuna seyirci kalacağımız ne bir vatan, ne de bir millet vardır.
Bir başka paradoks ise etnik kimliklerin keskinleşmesi ve iddia sahibi olmasıdır.
Şayet ihanetin ölçeği daha da artarsa, hükümet karşısında vakur ve sabır gösteren Türk
milletinin, alt kimlik duraklarında bir parçasını kaybetmesi tedrici de olsa, yerinde bir tabirle
ifade edecek olursak şaşırtıcı olmayacaktır.
Milliyetçilerin kafa karışıklığı yaşaması zalim ve hainlerin elini rahatlatacak, önlerini
açacaktır.
Türkiye benzerlerine soğuk savaş yıllarında rastlanan demir bir perdeyle, yurdumuzu
baştan ayağa saran sanal bir duvarla ortadan ikiye ayrılabilecektir.
Gidişat ne üzüncüdür ki bu yöndedir.
Ülkemiz bölünmeyi yavaşlatacak adımlar şöyle dursun, hızlandıracak ve her alana
yaygınlaştırabilecek dinamiklerle karşı karşıyadır.
Yerli ve yabancı mahfiller; Türk milletini birbirine düşürmek, bilhassa Türk-Kürt
cepheleşmesini tetiklemek, etnik kargaşayı derinleştirmek, ayrılıkçı beklentileri uyandırmak
amacıyla yoğun gayret içerisindedir.
Kazılan hendekler, sözde özyönetim ilanları, terörist eylemler bunun göstergesidir.
Analar ağlamasın diye gösterilen sabır ve metanet sınır ötesi bir hal alarak uyanan siyasi
bölücülüğü bırakınız sakinleştirmeyi, daha da yüreklendirmiş ve kışkırtmıştır.
Nitekim tehlike had safhadadır.
Büyük ve ana gövde olan Türk milletinin milli tepkilerini zayıflatan en önemli iki
faktörden birisi de hiç kuşkusuz yoksulluktur.
Yoksulluk, işsizlik milli kimliği aşındırmış, hassasiyetleri sulandırmış ve arka plana
itmiştir.
Türk milli kimlik erozyonunun diğer ayağı ise sağlıksız ve maksatlı biçimde yayılan,
sosyolojik olarak geri bir form olan millet altı yapılanmalarının güçlenmesidir.
Bunların hepsi milli duyarlılıklara ket vurmakta, bu kapsamda hissizliği ve tepkisizliği
artırmakta, milli ve demokratik itirazları budamaktadır.
Özellikle AKP’nin sözüm ona milli çözülmeyi önlemek için önerdiği Türkiyelilik
tezleri aslında ileride kaşımıza çıkacak önemli bir sorunun şimdiden telaffuzu ve hatta
hızlandırıcısıdır.
Dikkatle üzerinde durulması gereken nokta, milli kimliği üzerinde oynama, tahribat,
tartışma ve hatta yargılama yapılan Türk milletinin buna karşı göstereceği direncin derecesi
ve bunun da zamanlamasıdır.
Aziz millet varlığının yanlışa katlanması abesle iştigal olduğu kadar, daha fazla sineye
çekmesi de tarihi gerçekleri inkâr anlamına gelecektir.
Allah korusun ama, etnik kimliklerin bağımsızlıklarını, değilse bile özerklik ve
özyönetimlerini kazanacakları bir ortamda, kim olduğunu anlatamayan, hatırlamayan,
bilmeyen kalabalıktan ve yığından başka geriye bir şey kalmayacaktır.
Türk milletinin dokusunda ve yüzyıllar içinde oluşmuş bünyesinde yapılacak her
operasyon, her etnik cerrahi müdahale sonuçları önceden tam manasıyla kestirilemeyecek
felaketlere davetiye çıkaracaktır.
Bin yıllık kaynaşmanın son bulması hiç kimseye bir şey kazandırmayacak, bilakis millet
varlığında anlam bulan herkese çok ağır fatura yükleyecektir.
Kürt kökenli kardeşlerimin bu fatura kesilmeden ellerinin tersiyle iteceklerine candan
inanıyor ve hepsine güveniyorum.
Etnik uyanışın, etnik canlanmanın millet yapısına rakip çıkması kısa soluklu ve saman
alevi gibi yanıp sönen günü birlik bölücü heyecanlara neden olsa da, sular durulduktan sonra
çok acı sonuçlarını da gösterecektir.
Parçalanmış ülke fotoğrafından fayda umulması, geçmişten intikam alma arayışları,
bedel ödettirme gayeleri ve kutuplaşmalar kardeş kavgalarına, kanlı hesaplaşmalara neden
olacak, ortada bir ülke kalırsa felaketten felakete sürüklenecektir.
Bugün Kürt-Türk arasında meydana gelebilecek sosyolojik ve etnik ayrışmanın nerede
duracağı, hangi yıkım ve facialara kapı aralayacağı az çok bellidir.
Sormak lazımdır ki, kurulan yuvalar, teşekkül ettirilen ekonomik ortaklıklar, beraberce
yaşanılan mahalle ve şehirler nasıl ayrılacak, nasıl bölünecektir?
Mesela, Kürt anadan ve Türk babadan ya da tersi olan bir durumda doğacak çocuk
nereye ait olacak, kimliğini nasıl anlamlandıracaktır?
Başbakan bu soruyu kendi kendisine soracak yüreğe sahip midir?
Yüz yüze olduğumuz meselenin boyutları hafife alınamayacak kadar büyük olduğu
idrak edilmekte midir?
Türk milletinin ismini ağzına almaktan imtina eden zihniyetler muhtemel risk ve
açmazların farkında mıdır?
Eğer farkındalarsa tercih ettikleri politikaların bölücü terör örgütünün tez ve taleplerini
meşrulaştırmak ve aynı zamanda karşılamak olduğunu ne zaman anlayacaklardır?
Allah’a hamd ederim ki, milletimizde henüz kaygısını taşıdığımız bir kopma meydana
gelmemiş ise de gelişmelerin istikamet ve akıntısı aksi yöne doğrudur.
Maalesef üniter milli devlet yapısının giderek gevşediği bu aşamadan sonra ve özellikle
Irak’ın kuzeyindeki bölgesel yönetimin Kürdistan olarak ilan edilmesi halinde ve Suriye’nin
kuzeyinde vuku bulan olumsuz gelişmeler tahminlerin ötesinde musibetlere ortam açacaktır.
Yeni anayasa yapımının arifesinde bizim hareket noktamız, karar ve görüşlerimize yön
verecek düşünce ve tespitler şimdilik bunlardan ibarettir.
Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletini yüz üstü bırakmayacak, Türkiye
Cumhuriyeti’nin kim vurduya gidişini atalet içerisinde izlemeyecektir.
Ve Türklüğün infazına, son mensubuna kadar direnecek, demokratik mücadelesini
şevkle, aşkla, yıldırım gibi çarpan bir kalple yerine getirecektir.
Konuşmama son verirken, basın toplantımıza katılan siz değerli medya mensuplarına ve
aziz dava arkadaşlarıma teşekkür ediyor, hepinizi biz kez daha sevgi ve saygılarımla
selamlıyorum.
Allah ülkemizin, milletimizin ve mukaddes bildiğimiz davamızın yardımcısı olsun
diyor, sözlerimi noktalıyorum.
Sağ olun, var olun.