Sabah erken çıkmıştım evden…
Daha kahvaltı dahi yapamamış ve çay içmemiş olmamın verdiği uyuklama halinden kurtulmak için mahallenin sabahçısı, çayın yanında simit de olduğunu bildiğim mekâna doğru yürümeye karar verdim. Çay ocağına vardığımda her zaman olduğu gibi sabah işe gitmeden önce bir demli çay eşliğinde kahvaltısını yapmak için gelmiş insanların doldurduğu bahçede bir masada oturan üç yiğit özel harekât polisi gözüme ilişti ve selam verip ben de boş bir masa bulup oturdum…
Garsonun getirdiği çaydan bir iki yudum almıştım ki çay bahçesinin kapısı önünde duran Özel Harekât Polislerine ait zırhlı aracın üzerinde yazan Kadir CAN” yazısına takıldı gözlerim…
Daldım…
Bundan beş yıl önce Cudi’de şehit düşen kahraman Polis Özel Harekât Başpolis Kadir CAN! Adının üzerine uğrunda serden geçtiği şanlı Türk Bayrağını resmetmişler…
Yutkundum, boğazım düğümlendi…
Sonra karşı çaprazımda oturan üç yiğide kaydı gözlerim…
“Allah’ım sizleri korusun” demekten başka bir şey gelmiyordu elimden… Allah’ım sizleri korusun…
Sonra “Mahallenin sözüm ona DELİSİ!”
Meczup zavallım…
Tanırım, üç yaşındaki bir çocuğun saflığıyla yaşayan bir gariban, çekingen, korkak, masum…
Herkes sabahın verdiği telaşla öyle sıradan bir şekilde girip çıkarken o tam kapının önünden geçecekti ki, önce bir ses duymuş gibi durdu, sonra bir iki adım geri geldi…
İyice meraklanmış olmalıyım ki pürdikkat kesildim ve bir an gözümü kaçırmadan izliyordum ne yapacağını…
Geri geri yavaş adımlarla geldi ve tam Kadir CAN yazısının önünde durdu.
Merakım gitgide daha da artıyordu…
Abarttığımı düşündüm bir ara, “DELİ” işte dedim kendi kendime ne yaptığının mantıklı bir açıklaması olur mu hiç…
Birkaç saniye durduktan sonra elini bayrağa doğru uzattı, tam dokunacaktı ki birden irkildi, elini çekti ve birilerini arayan gözlerle bahçeyi taramaya başladı…
Ben ne açlığımı hatırlıyordum ne de masada buz gibi olan çayı…
Tamamen odaklanmış bir şekilde “Mahallenin Delisi” ne yapacak, neden yapacak bunu düşünür olmuştum…
Ve beklediğim tepki gelmiş, “DELİ” aradığını bulmuştu, hiç durduğu yeri değiştirmeden çocukça saflığıyla masada oturan Polislere seslendi…
-Polis Ağabey, Polis Ağabey…
Polisler biraz şaşkın, biraz da meraklı ama bir AĞABEY şefkati ile…
-Buyur aslanım. Söyle!
Sanırsınız tiyatro seyrediyordum, bir an olsun hiçbir sahneyi kaçırmak istemiyor tüm dikkatimle izliyor, dinliyordum…
-DELİ: AĞABEY SEVEBİLİR MİYİM?
-POLİS: Neyi aslanım?
-DELİ: SEVEBİLİR MİYİM? AĞABEY…
Polisler önce birbirlerine baktılar, eminim onlar da benim gibi “BU DELİ NEYİ SEVECEK” diye düşünürlerken, masada daha kıdemli olduğu belli olan babacan polis o tok sesiyle “SEVEBİLİRSİN TABİ YİĞİDİM, SEV…” dedi…
Bu cümleyi duyan DELİNİN gözlerinde ki mutluluğu kelimelerle anlatmam mümkün değil görmeniz, yaşamanız lazımdı…
Bir hışımla döndü DELİ…
Karşısındakini incitmeden dokunmak istercesine çekingen, ürkek ve bir o kadar da aşk, sevgi ve şefkat dolu ellerini uzattı ve önce KADİR CAN yazısının üzerine koydu. Okşadı, okşadı ve AYYILDIZ’IN ÜZERİNE bir buse kondurdu… Yeni doğmuş bir körpeyi öpercesine…
Karşısındaki demir yığını bir araba değil adeta canlı, kanlı bir ana, bir baba gibi bir müddet öyle kaldı. Ayrılıp yönünü döndüğünde bu kez hüzün vardı gözlerinde DELİNİN!
Polislerin olduğu masaya doğru yaklaştı ve gözleri dolan Polislere önce teşekkür etti ve sonra “BAKMAYIN ÖYLE AĞABEY SİZİ DE ÇOK SEVİYORUM BEN” dedi ve gitti!
Donup kaldım öylece…
Derin bir uykudan uyanmışçasına irkildim önce…
Sonra hesap sordum kendime BİR DELİ KADAR SEVEBİLDİK Mİ! Diye…