Amerika Birleşik Devletleri…
1774 tarihi itibariyle var olan, çok uluslu anglo-sakson/protestan kültür temelleri ile global dünyada söz sahibi olan bir devlettir.
Birinci Dünya Savaşına kadar dünya üzerinde, genel bir etkinliği olmasa da Hristiyan misyonerleri vasıtasıyla, özellikle Müslüman coğrafyada dinsel bir güç olma çabasına girmiştir.
Osmanlı Devletinde çeşitli okullar ve hastaneler yaparak misyoner faaliyetlerini yürütmüşlerdir.
Anadolu coğrafyasında Müslüman Türk ahaliden umduğu sonuçları göremeyen Amerikalı Misyonerler, ibrelerini Ermeniler üzerine çevirerek mezhep olarak gregoryen olan Ermenilere hizmet ederek onları kendi mezhepleri olan Protestanlığa çevirmeye ve hatta Ermeni eşkıya örgütlerine el altından destek vermişlerdi.
1915 yılında ABD birinci dünya savaşına girerek Avrupa cephesinde Almanlara karşı savaştı.
Bu savaşın galiplerinden olan ABD, mağluplarından olan Osmanlı Coğrafyasında içinde iki yeni devletinde olduğu bir prensipler bütünü yayınladı.
Dönemin başkanı Wilson’un adıyla geçen bu prensipler sonrasında ABD, bu coğrafya üzerinde siyasal ilk baskısını kurmuştu.
Cumhuriyetin ilanıyla, Sevr ve Wilson Prensipleri yok hükmüne düştü.
Lozan’da ABD karşı taraftaydı ve imza atmayan tek ülkedir.
İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar mesafeli olan ikili ilişkiler, 1947 yılında Truman Doktrinyile yeni bir ivme almıştır.
SSCB tehdidi, ana temasıyla ABD’nin şartlı yardımları başlamıştı. Bu yardımlar 1952 Marshall Yardımıyla ikinci adımını atmıştı.
Artık ABD’nin son otuz yılda yapamadığı siyasi etkisi başlamıştı.
Bu yardımların şartları çok ağırdı. Ülkenin eğitim, askeri ve üretimsel tüm sektörlerinde ABD parmağı olacaktı.
Öyle de oldu…
Siyasi baskı, ekonomini yanı sıra kültürel anlamda da Türkiye’nin bağımlı olmasına sebep oluyordu.
İçişleri bakanlığı içerisinde ABD bürosunun olması bu durumun en acı tezahürüydü.
1960 darbesi biraz ABD etkisini azaltmış olsa da 1964 dönemi başkanı Johnson’un yazdığı mektup sonrasında İsmet İnönü, başbakanlıktan istifa etmişti.
Artık Türkiye üzerinde ABD’nin gözle görünmeyen kültür ve gözle görünen siyasi etkisi tavan yapmaya başlamıştı.
Konjonktürü gereği sol ve fraksiyonlarına sahip çıkan SSCB’nin aksine merkez sağ ve sağ görüşlü partiler üzerinde etkisini ve gücünü kullanmaya çalışıyordu.
DP geleneğini ve verasetini sürdüren tüm partilerde bunu çok iyi başarıyordu.
1960 ve 1970, 1970 ve 1980, 1980 ve 1990, 1990 ve 2000 en sonunda da 2000 sonrası için oluşmuş olan siyasi yapılanmalar incelendiğinde açıkça görülecek olan şu ki her on senelik zaman dilimi için ayrı bir eylem planı ve icraatı olan ABD, diğer ülkelere yaptığı müdahaleleri Türkiye üzerinde de yapmıştır.
Latin Amerika ülkeleri, Yunanistan, Mısır, Irak, Suriye, Afganistan gibi gelişmekte olan ülkelerin yanı sıra Japonya gibi gelişmiş bir ülke bile gücünü her daim hissettirmiştir.
SSCB’nin dağılmasıyla kendine yeni bir düşman yaratma güdüsüne giden ABD, yıllarca beslediği Siyasal İslam hareket ve siyasetini kendine düşman olarak gösterdi.
Irak, Ortadoğu ve Afganistan’da büyüttüğü, İslam kılıflı terörü, dünyaya yeni düşmanı olarak gösterdi.
İşleyiş belliydi…
Düşman yarat, yok et ve yenisini yarat.
Bu taktiğini daha küçük planlarında da uyguluyordu.
İktidar ettiği gücün kontrolü elinden çıkınca yenisini üretmektedir.
Bu fabrikasyon stratejilerinin en büyük dezavantajı, aynı taktik ve tekniklerin uygulanmasından kaynaklı iz, hata ve işaretlerin ortaklığıydı.
Bu işaretlerden en büyüğü finans ve reklamdı.
Gençlere hitap eden lider profil yaratmak, Basın-Yayın kartellerini arkasına almak ve Yirmibirinci yüzyılın en büyük iletişim aracı olan sosyal iletişim ağlarını iyi kullanmak ise bu üretimin genel geçer izlerindendir.
Hissedilen izleri ise manevi ve milli değerler üzerinde yapılan propagandaya karşılık asla yürütülen tahribat.
…
Bu kadar sözün özünde şu ifade edilmektedir.
ABD, milli ve manevi değerler üzerinden bu ülkeyi siyasal bağlamda sömürmeyi çok iyi beceriyor.
Bunu ise döneme ve ihtiyaca göre ortaya çıkan toplum boşluğuna göre ikame etmektedir.
Halis duygulu olan Anadolu insanının, samimi tüm duyguları üzerinden yürümektedir.
Daha merkez sağ duruştan, daha din merkezli bir siyasete ve yeniden merkez sağ bir yapıya geçiş yaparak kendi çıkarları için oyunlarını devam ettirmektedir.
Birçok kişi önyargı ve keyfi karşı beyanlarda bulunabilir.
Ve lakin toplumun büyük çoğunda görülecek Türkleşme, İslamlaşma ve Muasırlaşma olgusu, hepsini ayrı ayrı kullanmaya çalışan bir zehir için en iyi panzehirdir.