Tanım kolay olsun diye şöyle başlayalım.
Allah’ın son Resulü Muhammed Mustafa (s.a.v.) Hakka vuslata eriştiğinde artık Risâlet ve nübüvvet makamı da sonlanmıştı. Aksini iddia etmek şerren küfürdür…
Hz. Muhammed, peygamber(elçi) olmasının yanı sıra, Medine site devletinin de lideriydi.
Vuslatıyla beraber, devlet liderliğini devam ettirecek birisi gerekliydi.
Medine yeni kurulan devletin ilk başkentiydi. Devletsel mekanizması ve teşkilatlanması oldukça güçlüydü. O vakte kadar herhangi bir devlet kurmayan Arap toplumu için önemli bir gelişmeydi.
Bu makam için Kureyş, Ensar ve Ehli Beyt( Ali ve Abbas) ayrı ayrı talip olmuştu.
Neticede ortak bir hükümle Hz Ebu Bekir yeni devlet lideriydi.
Sonra sırasıyla Ömer, Osman, Ali ve Hasan bu devlet liderliğini yürüttüler.
Şam valisi olan Muaviye bin Ebu Süfyan, Hz Osman katlini bahane göstererek Hz Ali’nin liderliğini kabul etmedi.
Mücadele neticesinde binlerce sahabe öldürüldü. Hz Ali’nin şehitliğiyle olaylar duruldu. Hz Hasan babasından sonra İslam devleti lideri ( emir’ül müminin) olsa da kısa bir süre sonra feragat edecek ve sonrada zehirlenerek şehit edilecekti.
Artık Şam Emiri olan Muaviye yeni liderdi ve emirliği tüm Müslümanların kapsamındaydı.
Hilafet denilen aslı emir’ül müminin olan makam Mekke şehrinin emiri olan ümeyoğullarına (emeviler) geçmişti.
Yıllarca, siyasal bir güç olan bu makam çeşitli devletlerce tam aktif veya yarı aktif bir şekilde kullanıldı.
Aynı anda iki halife bile gördü.
Türklerin ve Farsların Halifeleri farklıydı.
Dinsel gücü kullanıcısı için çok önemliydi.
Hatta İmam Maturidi bunu bildiği için bu makamın sadece Kureyş kabilesinden olanlardan ibaret olması gerektiğini beyan etti.
( çünkü Türkler Kureyş kabilesinden olan Abbasilere tabi idi.)
Mezhepsel dalgalanmaların odağında yine bu makam vardı.
İmam Âzam, emevi Halifelerine kafa tuttuğu için yıllarca hapis yapmıştı.
İmam Caferi Sadık aynı şekilde bir mücadele yürütmüştür.
Yıllarca emevi camilerinde Hz Ali ve çocukları için lanetler yağdırılmıştı.
Ömer bin Abdülaziz döneminde ise bu korkunç uygulamaya son verilmiş ve yerine Nahl Suresi okunmaya başlanmıştı.
…
Yavuz döneminde, Memlük Türk Devleti kontrolünde olan bu makam Türklerin eline geçmişti.
Uzun yıllar bu makamında verdiği güçle İslam coğrafyasında etkin olunsa da bazı İslam Devletleri bu makama pek itibar etmediler. ( Safeviler, Babürlüler gibi)
…
Sanayi devrimi emperyalizmde çığır açmıştı.
Sömürülecek yeni coğrafyalara çok kolay ulaşılıyordu. Afrika için iş kolaydı. Topla ve köleleştir.
Asya ve Ortadoğu için durum bu kadar kolay olmuyordu. Hindistan karışık etnik yapısı nedeniyle sömürülmeye uygun olsa da kuzey Afrika ve Ortadoğu için alternatifler bulunmalıydı.
İngilizler, kuzenleri olan Amerikalılardan yeni bir hile öğrendiler. Halifelik
ABD, günümüz Filipinler ve Malezya bölgesinde mevcut “Sulu Sultanlığına” halife iddiasını yerleştirmişti.
İngiltere ise durumu daha kolaylaştırma yolunu bulmuştu. Halifeyi kendi tarafına çekmek.
Bu işi yapmakta ise bir hayli başarılıydılar.
Osmanlı Hükümdarlarına karşı aleni yürüttükleri destekler, Sultan Abdülaziz’in Londra seyahati bunun en önemli ayrıntılarıydı.
Pek bilinmese de 1898 yıllında Mısırda çıkan İngiliz gazeteleri Hilafetin muhakkak korunması gereken bir makam olduğunu belirtmekteydi.
Çünkü Hilafet, Orta Doğu kontrolü için gerekliydi.
Sonrası daha enteresan, Hilafet makamının Türklerden alınması gerekliliği Araplara empoze ediliyordu. Kureyş kabilesi odağı İngilizlerce, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e aşılanmıştı.
Türkler için Hilafet bir güç olmaktan çok bir zehre dönüşmüştü.
Hilafet mantığı, İngiliz kontrolündeydi.
Padişah dâhil birçok kişi ve statü, İngiliz mandasına çoktan razı olmuştu.
Dindar görünümlü birçok bürokrat İngiliz himayesi için can atıyordu. İngiliz Muhipleri Derneği ve Teâli İslam Cemiyeti bu kişilerin en önemli örgütleriydi.
…
Türk Milli Mücadelesi başladığında, İngilizler aynı himayeyi, padişah ve Hilafet için göstermeye devam etti…
Sultan Vahdettin, İstanbul’u İngiliz savaş gemisiyle terk etmişti.
…
Hilafet kaldırılmış olsa da, İngiliz oyunları için gerekliydi. Lozan’da neticelenmeyen Musul ve Kerkük, halifelik sloganlarıyla isyan eden ve İngiltere’den medet bekleyen Şeyh Said yüzünden İngiltere’ye geçmişti.
…
Şimdi Dünya yeni bir halife ile mücadele etmiş gibi görünse de asıl besleyenleri yine Emperyallerdir.
İşid ve terörünün beslendiği damarlardan olan halifelik, İslam dünyası için en önemli tehdittir.