İran’da son bir haftadır bazı toplumsal olaylar baş göstermektedir.
Meşed, Hoy ve Kum gibi “Şia” kültürünün en merkezlerinin de dâhil olduğu bazı şehirlerde, ekonomik ve sosyal tepki protestoları kendini gösterdi.
Amerika, İsrail ve Suudi Arabistan, bir akbabanın leşi beklediği gibi, bu tepkileri büyük bir iştahla beklemektedir.
Neticede İran Ortadoğu için hem siyasal hem de stratejik açıdan çok önemli bir ülke. Ve bunun tarihsel bir karşılığı var.
İran içinde ki son tepkiler, diğer başkaldırılardan biraz farklı olarak etnik ihtiyaç tabanından değil ekonomik ve siyasal ihtiyaçların tatminkâr olmamasından kaynaklıdır.
Yeni başkaldırıların o bölgede yaşayan Türklerin, hakkı olan milli ihtiyaç ve arzularına cevap verebilecek bir şekilde olmadığı kesindir. Ve bundan dolayı bu toplumsal tepkilerin o bölgede ki kardeşlerimizin haklı taleplerine cevap verebileceğine inanmıyorum…
Benim bu isyanlara itirazım, Perinçek’in Rus yalakalığından kaynaklı endişeleri ve beyanlarından farklı.
…
İran, Sasani Devletinin Hz Ömer tarafından fethinden sonra İslam ile tanıştı. Bölgede hâkim dinin Zerdüştlükten İslam’a dönüşmesi hiçte öyle kolay olmadı. Emeviler döneminde, merkez yönetim kendilerinden olmayan bu coğrafya insanlarına ACEM ( Arapça topluluk dışı demek) adını verdi.
Araplar sadece İranlılara değil Türklere de aynı tanımlamayı kullanmaktan çekinmedi.
Abbasiler iktidarına kadar Farslar, Emevi baskılarıyla çok mücadele etmeye çalıştılar. Yezid ve ordusuna karşı Müslüman Farslar ve Türkler Hz Hüseyin’ in tarafında olmayı tercih ettiler.
Abbasilerin iktidarıyla beraber bölgede ki Farslar ve Türkler daha ön plana çıkmaya başladılar.
751 Talas Savaşı öncesinde Hz Ömer ve Hz Osman döneminde Güneybatı Horasan bölgesinde ki Türkler Müslüman olmuştu ve Fars kültürüyle beraber kendini ifade etmeye başlamıştı.
Lakin Müslüman Fars nüfusu, Müslüman Türk nüfusundan bir hayli fazlaydı ve kültürel olarak baskındı.
Gazneliler coğrafyayı fethiyle beraber İran coğrafyasında ki Türk otoritesi ve nüfusunda gözle görünür bir artış oldu. Akabinde Oğuz Yabgu Devletinden ayrılan Selçuk Bey taraftarları İran bölgesine yerleşti.
Günümüz İran’ında sürecek olan bin yıllık Türk hâkimiyeti bunlarla başlamış oldu.
Bu hâkimiyet evvelinde ve devamında Kılıç ve Devlet ehli Türklerle kalem ehli Farslar arasında bir farklı bir uyum oluştu. İki bin yıllık Türk-Fars rekabetinin yerini Türk-Fars uyumu aldı.
İslam öncesinde Türklerin “Tejik” dediği Farslar, Farslarınsa “Turan” dediği Türkler arasında bitmeyen savaşlar ve mücadele hep olmuştu. Meşhur “Şahname” Zal oğlu Rüstem ile Efresyap ( Oğuz Kağan veya Alp Er Tunga) savaşlarını konu edinirdi.
Nasıl oldu da bu iki bin yıllık düşmanlık bir anda kesildi ve karşılıklı uyuma dönüştü?
Tabi ki İslam.
Devlet, Teşkilat ve savaşçılık yönü kuvvetli olan Türklerin yarattığı huzur ve güven ortamında yaşayan Farslar, mevcutlarında bulunan sanat ve edebiyat yeteneklerini iyice güçlendirmişlerdi.
Fetih fetih koşan Türk cengâverleri ve devletleri, Farsların temelden gelen edebiyat gücüne teslim olmaya başlıyordu.
İslam’la beraber Türkler, Fars Kültürünün yoğun etkisine maruz kalıyordu.
Türk aristokrasisi ( bu kavram tam karşılık değil) kendini Fars edebi gücüne sığınarak ifade etmeye çalışıyordu. Türk avam takımı kendini Türk ayanından “Fars Kültürüyle” ayırıyordu.
Ne garip ki İslam’ın merkez kültürü olan Araplardan etkilenmeyen Türklerde, Farsların kültürüyle yeni bir din ve sosyal algısı oluşmuştu.
Günümüzde kullandığımız, Dinsel birçok tanımlar ( namaz, oruç, abdest vb.) , gündelik bazı kavramlar ( merdiven, Pazar, Perşembe, Çarşamba vb.) ve edebi deyimler ( beyhûda, serhoş, serkeş v.b.) bu dönem etkilerinin mirasıdır.
Rum(Anadolu) Selçuklu Devleti hakanları kendilerine Farsça unvanlar veriyordu ( Keykavus, Keyhüsrev vb.)
…
Türkmen veya Müslüman Oğuzlar, kendi ayanında yaşanan bu durumu Allahtan benimsemedi.
Elbette ki Türk ayanı Türkçe konuşup Türkçe düşünüyordu. Ama bunu ifade ederken Fars kültürüne sığınmayı tercih ediyordu.
Bu Türk-Fars uyumu ta ki Şah İsmail’in kurduğu Safevi Devletine kadar uyumlu olarak sürdü.
Şah İsmail’in kıracağı devlete kadar(80 yıllık Moğol Baskısı istisna) tam beş yüz sene Hep Türk Devletleri bölgede hâkim güç oldu.
Safeviler’de Türk’tü ve Oğuz soyluydu.
Safevviye Tarikatı merkezinde büyüyen bu devlet, Anadolu ve İran Türkleri tarafından taraftar toplamaya başlamıştı.
İran’da artık hiç bitmeyecek bir Türk rekabeti başlıyordu. Selçuklunun iki varisi bitmeyecek Türk kavgalarına taraf olacaktı.
Osmanoğulları, Bektaşi geleneği ve sünni yaşamıyla; Safeviler Sufi geleneği ve şia yaşamıyla birbirine çok ciddi görünmeyen sınırlar çizecekti.
Her iki coğrafyada kendilerine bağlılık bildirmeyen obalar ve kişiler öldürüldü.
Oğuz coğrafyası merkezinde yaşanan bu kavgalar diğer Türk boylarının kaderlerini de değiştirecekti.
…
Safeviler sonrasında hanedan olarak Kaçarlar başa geçti. Yine Oğuzların Afşar boyundan olan bu hanedanın en önemli hükümdarı NADİR ŞAH’ dı.
Osmanlı ile sulhu sağladı. Sünnilerin değer verdiği bazı sahabelere hakareti yasakladı. Din anlayışında daha yapıcı ve daha istikrarlı olmaya çalıştı.
Bu çabaları maalesef devamı olmadığı için karşılıksız kaldı.
Her iki coğrafyanın anası ve atası bir kardeşleri bir türlü bir araya gelemedi.
…
1920 yılında Fars olan Pehlevi hanedanı İngilizlerin desteği ile başa geçti.
Hindistan’ı sömüren İngilizler, İran Coğrafyasına göz dikmişti ve bunu Türklerle yağamayacağını çok iyi biliyordu.
…
Pehlevi ailesi döneminde İran, İngiltere başta olmak üzere birçok batılı devletin açık sömürüsüydü. Birçok yere İranlıların girmesi yasaktı ve halk gitgide fakirleşiyordu.
Türkler, sindirilmeye çalışılmış ve yüzlercesi öldürülmüştü.
Türkçe eğitim ve öğretim yasaktı.
Halk içinde huzursuzluk kendini göstermeye başlayınca toplumsal protestolar ve ayaklanmalar başladı. Bu ayaklanmanın öncülleri sanıldığının aksine sosyalistlerdi. Kitle liderliğini ise Türkler yürütüyordu. Daha evvelinden beri, liderlik için kendini hazırlamış olan Humeyni, sürgün olduğu Fransa’dan gelerek bu ayaklanmaların bütünleyeni oldu ve İran İslam Devletinin başına geçti.
…
İran İslam Devleti, Büyük Şeytan ve küçük Şeytan’ın ( Amerika ve İngiltere) oyuncağı olmaktan kurulmuştu.
Lakin Türkler, şahlık döneminde yaşadığı sıkıntıların benzerlerini yaşamaya devam ediyor.
Türkçe okullar halen yasak, tarih kitaplarında Türklerden pek bahsedilmez. Türkler ve Türk Milli kültürü küçük görülür.
30-35 Milyon Türk ve Oğuz soylu bu kardeşlerimiz, neden 80 milyonluk ülkede bir bütünlük sağlayıp kendi haklı talepleri için bir araya gelmiyorlar?
Tabi ki Mezhep ittifakı bozulur korkusu…
…
Ben şahsım adına mezhepsel ya da dinsel birlikteliklerin sosyal açıdan doğru olay olduğunu düşünmüyorum. Çünkü dinsel ve mezhepsel birlikteliklerde, baskın kültürün diğer kültürü asimile ettiği şüphe götürmeyen bir gerçektir
En doğru birleşmenin önce millet bağlamında olduğuna inanıyorum. Dinsel ve mezhepsel ayrımların hissedilmediği bir yaşam birlikteliği her zaman başarı doğurur.
…
İran’da “Haray Haray Men Türkem” diye bağıran onlarca kardeşim ve haklı talepleri var ve onların ölünceye kadar destekçisi olacağım.
Lakin Humeyni’ de yaşanan hayal kırıklığının tekrar etmemesi için daha düşünsel ve daha bağlayıcı birlikteliklerin oluşması lazım ve bu maalesef ki oluşmadı.
Mevcut iktidarın İran politikası genel anlamda yapıcılık üzerine. Ama aynı iktidarın ve destekkârlarının İran’da ki Türk kardeşlerimize bakışı aynı paralelde mi?
Soruyu tersten sorayım, İran’da ki kardeşlerimizin, mevcut Türk iktidarından beklentisi ne düzeyde?
…
Günümüz Türkiye’sinde ciddi bir mezhepleşme ve tarikatlaşma ivmesi var.
Kendi içinde bile tefrikada olan mezhep ve tarikat anlayışı bizi nasıl birleştirip, sosyal beklentilerimizi çözebilir?
Aynı sorun İran Türklüğü içinde geçerli.
Biz Türkler bir araya geldik mi, sırtımızı kimse yere getiremez.
Lakin kendi içimizde birbirimize öyle duvarlar örüyoruz ve bu duvarlardan yüzümüzü çevirmiyoruz.
Arkamızdan bizi vuracak olanı görmüyoruz bile.