Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri
WhatsApp
Sosyal Medya

Mehdilik-Halifelik Ve Reddi Millet

Bu haberin fotoğrafı yok

-Ölümsüzler Anısına –

Mehdi kavramı yüzyıllardır, İslam coğrafyasının en büyük handikapı oldu.

Şia ve Sünni inanç kaynakları farklı hassasiyetlerle yaklaşmış olsa da Mehdi beklentisi aynıydı.

Mehdi kültürü o kadar güçlü bir beklentiydi ki İslam coğrafyasında hep birileri “Mehdilik” iddiasında bulunarak veya ima ederek toplumları ardından sürüklemiş çoğu zamanda bağlı bulundukları Devletlere karşı isyan hareketine girişmişlerdi.

Hele son yüzyılda Mehdi, Mesih ve Deccal kavramları hep birileri için isnat edilmiş ve toplumsal ayrılıklar yaratılmaya çalışılmıştı.

Hristiyanlıkta ki Mesih beklentisi İslam’da ki Mehdi beklentisinden farklı olarak belli bir kişi ( İsa-yeniden varoluş ) üzerinden yürüdüğünden, Hristiyan dünyası beklemek yerine daha başka şeylere odaklandılar.

Emperyalist devletlerin, İslam Coğrafyası’ndaki sömürü hızı ve oranı arttıkça, Müslümanlar “mehdi” için can atar olmuşlardı.

Ezilen ve zulüm gören Müslümanlar kendi kurtuluş ve salahiyetlerini, Mehdi’nin gelme anına bağlamışlardı. Ezildikçe ve sömürüldükçe beklenti oranı arttı.

İşte bu beklenti, pasifize edilmiş İslam idrakine sebep oldu.

Başta Birleşik Krallıklar ( İngiltere ) olmak üzere birçok sömürgeci ülke Asya ve Ortadoğu İslam devletlerinin ensesine sülük gibi yapışmış her şeylerini emiyordu.

Sömürülen bu coğrafya Mehdi kavramının gecikmesinden kaynaklı ivedilikle başka bir kavram olan “ Halifelik” odağında birleşiyordu.

Özellikle İngiltere için büyük bir tehdit gibi düşünülen bu kavram aslında bir tehditten ziyade sömürü araçları için muazzam bir araçtı. Öyle ki 19 yüzyıl sonlarında Mısır’da çıkan İngiliz gazeteleri Halifeliğin korunması ve devam ettirilmesi için beyanatlarda bulunuyordu.

Amaç belliydi.

Ortadoğu ve Asya üzerindeki İngiltere gücünün, Halife tarafından yürütülmesi. Çünkü Sömürgeci güçler toplumu değil onların kanaat önderlerini muhatap almak isterler. Toplumu yönetmektense bir kişiyi yönetmek daha kolaydı.

Osmanlı Devletinde hayat bulan Halifeci, ümmetçi oluşum ve derneklerin en kadim dostunun İngiltere olması şaşırtıcı olmasa gerek.

Dünya Savaşlarının bitimiyle beraber, yeni düzenler yeni dinamikler netleşmişti.

Sömürüler yavaş yavaş bağımsızlıklarını kazanırken, dünya efeliği İngiltere’den ABD’ye geçmişti.

ABD direk sömürüden ziyade, tüketim toplumları yaratmanın derdine düşmüştü.

Devletin devamı için üretimin, üretimin devamı içinse tüketimin önemini, her platformda sunmaya başlamıştı bile.

Sovyet Bloğu ise daha klasik olan insan bedensel sömürüsü üzerinden politikalarını sürdürmeye devam ediyordu.

Piyonlar ise her zaman olduğu gibi üçüncü dünya ülkeleri idi.

Soğuk savaş, iki kutuplu dünyada hangi devin hangi hamleyi yapacağı göstermeye başlamıştı.

Sovyetler Birliği ( SSCB ) en büyük rakibi olan ABD’ye en yakın coğrafya olan Güney Amerika ülkeleri üzerinden hamleler yaparken; ABD ise cevaben SSCB’ye en yakın coğrafya olan Ortadoğu ve Asya üzerinden hamleler yapıyordu.

Sovyetler doğrudan veya dolaylı bir şekilde Latin ülkelerinde sosyalist eylemleri hızlandırmış hatta Küba’da 1959 yılında ABD yanlısı Batista’yı devirerek başarı sağlamıştı.

ABD ise SSCB’ye yakın ülkeler olan Yunanistan ve Türkiye’ye yardım ve destek paketleriyle o bölgede müttefikler edinmişti.

O dönem için unutulmaması gereken bir coğrafya daha vardı. Ortadoğu

İkinci Dünya Savaşı sonrası daha netleşen Arap ülkelerinin tam ortasında biten İsrail devleti ve bu devletin karşıtlığı olarak ABD – SSCB arasında, siyasal olarak sıkışan Araplar.

Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Irak ve hatta İran Şahlığı, ABD – SSCB rekabetinden nasiplerini fazlasıyla alıyorlardı.

Türkiye cephesinde ise durum bambaşka bir boyuta doğru yol alıyordu.

1947 yılında Milli Şef İnönü tarafından imzalanan Truman Doktrini ve devamı olan 1952 Marshall Yardımları nedeniyle olduğu gibi küçük ABD üssü halini almıştık.

Cemal Gürsel’in ABD ziyareti ise bu müttefikliğin nişanesi olarak tarihte yerini alacaktı.

1940’li yıllar, Mustafa Kemal’siz bir Kemalizm’in doruklaştığı ve cevaben 1950 yıllar ise Mustafa Kemal’siz anti-kemalizm’in doruklaştığı yıllardır. (1940’lı yıllarda iktidar olan Mustafa Kemal’in resimlerinin para ve okullardan kaldırıldığı yine Atatürk’ün önem verdiği Türkçülük faaliyetlerinin yavaşlatılmıştır.1950 yılların iktidarı olan DP ise Atatürk’ü koruma kanununu çıkarmıştır.)

Truman doktrininin akabinde 1948 kurulan Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği 1956 yılında asıl faaliyetlerine başlamıştır.

1960 yılında kapatılan ve 1963 yılında yeniden kurulan bu yapının en önemli özelliği ABD tarafından finansa ediliyor olmasıydı.

Bu kurumun Erzurum kurucuları arasında ki isim ise oldukça dikkat çekici ismi ise M. F. Gülen’di.

Bu kurum, kurulmuş olan diğer kurumlar gibi değildi.

SSCB karşıtlığı üzerinden yürütülmesi gereken bir yapının ABD desteği görmesi ve ABD için propagandalar yürütmesi gelecekte olacakların habercisiydi.

ABD, SSCB faktörünü derdest etme çabası için, İslam coğrafyası üzerinde yap-bozlarını kullanmaktan çekinmiyordu.

Bu coğrafya için zehri çoktan salmıştı. ” Radikal İslam “

Afganistan, Lübnan, Yemen gibi ülkelerde ürettiği bu zehrin hem silahsal hem de finansal desteğini sağlıyordu.

Bu zehre karşı üreteceği panzehir ise yıllar sonra ortaya çıkacaktı.” Ilımlı İslam “

CIA başkanı Kissinger’ın, Usame bin Ladin’e teslim ettiği silahların fotoğraflarını hatırlayacaksınız.

Suudi Arabistanlı zengin bir iş adamı olan ve ABD’de lüks bir hayat süren Ladin ailesinin bir ferdi olan Usame bin Ladin, Taliban’ın en büyük destekçisi olan El-Kaide’nin lideriydi.

Aynı El-Kaide günümüz İŞİD( DAİŞ) terör örgütününde ana unsurlarından birisidir.

Düşünsenize mazlum İslam Coğrafyasında yaşayan masum insanlar Radikal İslam denen zulümle mağdur olurken dış ülkelerde yaşayan Müslümanlar islamafobi ile mağdur olmaktalar.

Bu durum için reçete hazır “ Hristiyan dünyası ile barışık bir İslam anlayışı ve Kontrollü Dini Lider “

Radikal İslam hastalığı ve çaresi Ilımlı İslam ..

Dahası Ilımlı Mehdi.

Mehdi projesi ortadaydı.

Dini kontrol için gereken tüm argümanlar oluşturulmuştu.

Sıra siyasal kontroldü.

1970 ve 80 yıllar ABD destekli birçok askeri darbeye tanıklık etmişti.

Latin Amerika diktatörleri, Yunan ve Türk cuntalarının üretim yeri hep ABD olmuştu.

ABD işine gelmeyen yönetimi ya askeri vesayetle veya sivil vesayetle kontrol etme girişimleri hep ortadaydı.

47 senesinde CHP ile başlayan DP ile devam eden ve yıllarca başka başka isimlerle devam eden ABD taraftarlığını yakın dönemde de çok net görmüştük.

Amerika askerleri için dua eden iktidar çok uzak bir iktidar değil.

ABD, İslam kontrolü için Mehdi projesini hazırlamıştı. İslam siyasetinin kontrolü içinse Halife projesi ortada.

Hilafetçi zihnin en büyük müttefiki olan İngiltere görevini A.B.D. ‘ye bırakmıştı artık.

Ortadoğu ve Asya’nın yeni hadimi A.B.D. idi.

Sovyetlerin Afganistan’ı işgali, İran-Irak savaşı, Körfez savaşları ve Bağdat’ın işgali ile sürecin sonunda kontrol yerleşkesini tamamlamıştı.

Türkiye ve Suudi Arabistan’daki üslerin yanı sıra, Kuzey Irak, Kuzey Suriye’ye yerleştirilen askeri birlikler; Kırgızistan’da ve Pakistan’da ki üsler ve Afganistan’da askeri birliklerle, Umman denizi ve Akdeniz’de hareketli savaş gemileriyle her şey tamamdı.

Asıl amaç bu coğrafyadaki enerjinin bezirgânlığıydı.

Türkiye kartı çok önemliydi.

İncitmeden kontrol etme yolları yaratmalıydı.

Din hassasiyeti yüksek olan bir milletin, millet olabilme nitelikleri deforme edilmeliydi.

Edilmeliydi ki, etrafına toplanan İslam hassasiyeti yüksek kitleleri yönetecek bir mehdi, bir halife olmalıydı.

Milli bilinç deformasyonu özellikle İslami söylemlerle tahrip edildi. Bu tahribatta okyanusun ötesi ve berisi koordineli ve uyum içinde çalıştı.

Öyle ki bu birlikteliğin bittiği noktada, devletin en önemli kadrolarının kimlerce işgal edildiğini gördük.

65 yıl önce İngiltere’den aldığı misyonu layıkıyla yerine getiren ABD’nin, İslam üzerine İslam ile oynadığı oyunları görmemek elde değil.

Manevi bezirgânların ülkemize son açtığı iş ise tahammül edilecek gibi değil.

Toplumun ivedi bir şekilde, mütefekkir Seyyid Ahmed Arvasi’nin dediği gibi “İslam’ı kurtarmayı bırakın İslam’la kurtulmaya bakın “ sözleriyle yürümesi lazım.

Bu bezirgânların bizlere empoze ettiği “mehdi, halife “ büyülerine kapılmadan, emrolduğu üzere dosdoğru olarak, kendi dinamiklerimiz ve kültürümüzle yaşamamız lazım.

Reddi Milli duruşluların demogojik söylemlerine itibar etmeden. Kendi hasletlerimizle Milli Bilicimizi en üst düzeye çıkarmalıyız.