Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri
WhatsApp
Sosyal Medya

Türk’ün Tanrıyla İmtihanı

Bu haberin fotoğrafı yok

Din, insanın kendisine bahşedilmiş olan, aklının en önemli tamamlayıcısıdır.

İnsanoğlunu, insan yapan en önemli değerlerden birisidir.

Yeryüzü, çeşitli yöntemlerle yaşanan inançlara şahitlik etti ve etmekte.

Yaşanan veya yaşanmış inançları inkâr etme metodu da bir dindir. Yani inançsızlığı ilke edinmiş inançlardan olan Ateizm ve Deizmde bir dindir ve yobazları oldukça çoktur.

Dünya üzerinde Semavi ( Göksel )  denilen dinlerin baskın bir dağılımı mevcut.

Hristiyan, Müslüman ve Musevi inançları en hâkim dinleri oluşturmakta.

Bu din grubu ya semavi veya İbrahimi dinler olarak nitelendirilmektedir.

Bu tanımların ayağı yere sağlam basmamaktadır.

İsrailiyet kültürünün baskın etkisinden kurtulamayan Hristiyan inancı, inanç odağına Hz İbrahim’i koymaktadır.

Aynı İsrailiyet, İslam üzerinde de kültürel olarak bir aktarım ve etkileşimde bulunmuştur.

İsrailiyet, tek Tanrı kavramının odağına, Hz İbrahimi yerleştirmektedir.

Hristiyan dünyasında da kabul gören bu kanı, inanç idrak odağında muazzam bir sapmaya götürmüştür. Neticede inançları yaşayanlar ve inançlara karşı gelenler yanlış parametrelerden bakış akışı oluşturmuştur.

Bu bakış, inanç ve inançsızlık bağnazlığını büyütmüştür.

Hristiyan Engizisyon mahkemelerinde vahşice öldürülen insanlarına, Sosyalist Engizisyonlarının vahşice öldürdüğü insanlar eklenmiştir.

Hak din olarak kabul ettiğimiz İslam’ı diğerlerinden ne ayırt ediyordu peki.

İslam muhakkak ki Hz Muhammed’in çağrısı ve tebliği ile ( Risalet – Resul, Nübüvvet – Nebi ) tamamlanan bir doğruluk eksenidir.

Tamamlanan dedik çünkü öncülü vardı.

Hz Âdemle başlayan bu süreç Hz Muhammed ( sav.) ile tamamlandı.

Neydi bu süreç ve neden hep bir güncelleyen bir elçi ihtiyacı duyuldu.

Kâinat ve detayında tek bir yaratana inanma, Elçilerine itibar edip saygı göstererek, emir telakki edilen erdemleri ve davranışları beraberce hayata geçirme sürecidir.

Son tebliğ kitabı olan Kuran Kerim’in beyanı her topluma bir elçi geldiğini Fatır Suresi 24. Ayette şöyle beyan etmiştir. “ Şüphesiz biz, seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, aralarında bir uyarıcı gelip geçmiş olmasın.”  Şeklinde beyan etmiştir.

Ayetin izahında görüldüğü gibi her millete bir uyarıcı geldiği aşikârdır.

Bu ayet bile semavi ve İbrahimi kavramının yetersiz olduğunu bildirmektedir.

İslam daha öznel bir ifadeyle tevhidi-bütünleyici bir inançtır.

İnsanlık tarihine paralel olarak uyarıcılar hep aynı şeyi beyan etmelerine rağmen bağnaz insanlık anlayışı hep gelenekselliğe yöneldi.

Belli gruplar ise menfi çıkarları için belli bir ücrete insanlara sattıkları inançla keselerini doldurdu.

Bunları ruhban olarak tanımladık.

Aynı ruhbanlık anlayışı ateizm kültüründe de kendini göstermekteydi. Türkiye’de, bu kesimin rahipleri ise “ aydın” olarak nitelendirildi.

Bu kavram çerçevesini, Türk inanç sistemine doğru küçültelim.

Her millete uyarıcı geldiği beyanı muhakkak Türk milleti içinde geçerlidir.

Çeşitli dönemlerde bu sözün hakikati “Oğuz Kağan” isim üzerinde yoğunlaştı.

Türk dünyasında en etkin isim olan bu kişi efsanesiyle beraber uhrevi bir boyut katılmış bir karakterdir.

Son tebliğci Hz Muhammed’in doğruluğu, Türk yurtlarına ilk ulaştığı yer Horasan bölgesi ve dönemi Hz Ömer dönemidir. İslam olağan hızıyla Türk nüfusuna sirayet ederken, Emevi komutanı Khuteybe bin Müslim’in Türk yurtlarında yaptığı korkunç vahşet ve cinayetler, İslam kabulleniş sürecine önemli bir darbe vurmuştu.

Toplumda meydana gelen bu depresyon uzun bir süre atlatılamadı.

Karahan Hükümdarı Abdülkerim Saltuk Buğra Han’ın İslam’ı seçmesiyle beraber, toplum bu depresyonu atlatarak boy boy İslam’la müşerref oldular.

Bu süreçte çok önemli isimler bu kadim milletin, İslam idrakinde önemli bir yere sahiptirler.

Bu isimlerin başında hiç şüphesiz ki Hoca Ahmet Yesevi gelmektedir.

Milletin, Allah, algısını netleştirme adına sıklıkla Tenigri ( Tanrı ) ismiyle yaratan tanımlanmaktaydı.

Bu tanımlama yanlış ve hatalı değildi.

Karşılayan bir kavram olarak Animist idrakinde ki Tanrı, Allah idrakinde Tanrı kelimesine devşirildi.

Ahmet Yesevi ve öğrencileri bu algı yönetiminde oldukça başarılıydılar.

Anadolu ve Orta Asya bölgelerine dağılan bu öğrenciler, Tanrı-Çalap-Allah algısını netleştirmişlerdi.

Tanrı algısını, bulutlar üstü insanımsı bir algıdan, Şah damarından daha yakın idraki algıya yönelmek için çabaladılar.

Tevhidin  “ La İlahe-Tanrı yoktur” bölümü ve devamı olan “ İllallah –sadece Tanrı vardır“  ihtivası için çabaladılar.

Toplumun damarlarına göre kimi zaman Tanrı, kimi zaman Çalap, kimi zaman Mevla, kimi zaman da Huda tanımlamasıyla idrak bilici hususunda çalıştılar. Çaba onları ya Çelebi ya Mevlana ya Hüdayi olarak anmamıza vesile kıldı.

Arap coğrafyasının fethiyle beraber, Selefi ve Eşari felsefesinin Anadolu içlerine işlemesi, doğal olarak kavram bunalımlarımızın sebebi oldu.

Türk algısı tamamen Arap algısına dönmeye başlamıştı.

Cennetin resmi dilinin Arapça olması, milletin İsmail milleti olması gibi absürtnamelerle doldu.

Emevilerden kalan Arap milliyetçisi odaklı İslam Algısı toplumda mezhepsel bölünmelere sebebiyet vermişti.

Hızlı Arap kültür deformasyonuna maruz kalan İslam bilincimiz oluşmuştu.

Bilimin ve Aklın savunucusu olan Maturidi felsefesiyle büyümüş olan Türk’ün İslam algısı unutulmaya başlanmıştı.

Hazerfen ( birçok bilime hâkim ) kelimesine hasret bir düşünce duruşuna sahip olmuştuk.

Cumhuriyetin ilanından sonra Anadolu’da kanıksanmış olan biatçi-bidatçı Türk-İslam anlayışı Hanefi-Maturidi bir rotaya çekilmeye çekilmiş ve Arap kültürüne muazzam bir karşı duruş sergilenmişti.

Bu çaba yine algısı yobazlık rotasından şaşmayan laikler yüzünden nafile olmuştu.

Allah idrakini boşaltmak adına Tanrı kavramı içi boşaltılmıştı. Özellikle Türk sinemasında masum çocukların dualarında kullandığı “ Allah Babamız “  gibi algı sapmalarıyla, Türk’ün bin yıllık Tanrı kavramının içi keserlerle doğranmıştı.

60’lı ve 70’li yıllar Tanrı ve Allah kavramlarının mücadelesine sahne olmaktaydı. Fakat bu mücadeleyi yapanların bu kavramların içini doldurmak gibi bir niyeti yoktu.

Avrupalılaştırmaya çalıştığımız benliğimize Avrupalı Tanrımızı ’da eklemiştik.

Allah kelimesi Batılılaşamayacak kadar Ortadoğu kokuyordu. Bu yüzden daha batılı olmaya aday Tanrı’yı kelimesini uygun buluyorduk.

Son 14 yılda gelinen süreç ise daha vahimdi. Avrupalı Tanrı kavramımız yerini yeniden Allah kavramına bırakmıştı. Lakin atlanılan önemli bir mevzu daha vardı. Halen Allah-Tanrı idraki boştu.

Dindar olmaya çalışmaktan ziyade Dinci olmaya çalışan erklerin yarattığı kavramsal saçmalıklar, toplumsal bunalımları yeniden hortlamıştı.

Mevcut içi boş din ve Allah algısının temsilcilerini, şatafatlı düğünlerde, cafcaflı elbiselerde, ayakkabı kutularında, ful makyaj başörtülülerde, Sakallı burjuvalarda, Kâbe’ye tepeden bakan otellerde bulabilirsiniz.

Allah hepimizi ilmiyle kuşatıp, merhametiyle sarsın…