Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri
WhatsApp
Sosyal Medya

Yusuf Akçura Ve Günümüz

Serdar Alp Öztürk Yazdı – Yusuf Akçura Ve Günümüz

Serdar Alp Öztürk Yazdı

Tarih bilmek, geleceği aydınlatmak demektir.

Maalesef gelecek inşasına soyunan siyasetçilerinin veya güç sahiplerinin tarih anlayışları, ya taraflı ya da eksik olduğundan, eksik olmaktadır.

Bu eleştirimizin elbette bir karşılığı vardır.

Yusuf Akçura, yüz sene evvelinin en önemli aydınlarından birisidir.

Türkistan coğrafyasında doğmuş olması, Osmanlı Coğrafyasında büyümüş olması ve Paris’te yaşamış olması onun fikir penceresini oldukça geniş tutmasına sebep olmuştur.

Orta Asya Türklüğünün yaşadığı sıkıntıları oldukça net bilen bu aydın, aynı zamanda Osmanlı Devletinin en kaotik dönemini oldukça net görmüş ve bu kaosun çözülmesi için bilinen ilk Türklük manifestosunu kaleme almıştır.

Bu makaleye geçmeden önce dönemin toplumu hakkında biraz bilgi verelim.

1839 ve 1918 arası Osmanlı’nın toplumsal olarak en hızlı değiştiği dönemdir.

Tanzimat fermanı ile Osmanlı Devletinin tüm vatandaşları eşit haklara sahip olmuştu. Baskın Müslüman nüfusu, ikinci sınıf vatandaş olan gayrimüslim tebaa ile eşitlenmişti.

İkinci Mahmut, Avrupa’da büyüyen milliyetçilik akımlarına “Osmanlıcılık” denen bir kavramla karşı durmaya çalıştı. Neticede Yunan ve Sırp isyanları neticesinde Mora ve Bosna toprakları elden gitmişti. Diğer toprakların elden gitmemesi için bütün vatandaşları kapsayacak bir yurttaşlık algısı yaratmalıydı.

Sarık giyen Müslüman yöneticilerin yerini fes giyen Türk, Arap, Ermeni, Rum veya Yahudi yöneticiler gelmişti.

Örfi ve şerri temelli kanunların yerini Avrupa merkezli kanunlar almıştı.

Gayrimüslim okullar daha merkezi bir hale getirilmişti.

Bu eşitleme sosyolojik açıdan, Müslümanlara oranla gayrimüslim tebaanın toplum üstünlüğünü önemli ölçüde ele geçirmeye başlamasına sebep olmuştu.

Ermenilerin başını çektiği gayrimüslimler, zanaatta, sanatta ve devlet yönetiminde çok önemli yerlere gelmişti.

Osmanlı devletinin, gayrimüslimlere karşı yürüttüğü pozitif ayrımcılık çabalarına rağmen Rusya’nın başını çektiği Avrupalılar için Osmanlı Hristiyanları önemli birer potansiyel müttefikti.

Amerikalı Protestanların başını çektiği misyonerler ise daha ciddi yaralar açmak için çoktan Anadolu ve Arap coğrafyasına yayılmıştı bile.

İstanbul dışında ki gayrimüslimler, Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmış olan özellikle Amerikan okullarında eğitim görerek daha iyi yaşam koşullarına doğru yol alırken aynı imkan İstanbul dışı Müslümanlarda yoktu.

Her ne kadar İkinci Abdülhamit döneminde açılmaya başlanan şehir liseleri olsa da denkleri olan Amerikalı okulların eğitim kalitesinden çok uzaktı.

İstanbul dışı Müslüman tebaa hayatını zor koşullar altında yaşamaya devam ediyor ve Osmanlı Coğrafyası dışında ki Türkler ise Çarlık Rusya’sının boyunduruğu altında nefes almaya çalışıyordu.

Amerikan Misyonerleri ve Rus Çarlığı, Ermenileri kendi istekleri üzerinde tahrik etmeye başlamıştı ve Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde isyanlar çıkmıştı.

Müslümanların ve özellikle Türklerin bu durumuna,  karşı çeşitli fikir akımlarının savunucuları ola Türk aydınları tepki vermişlerdi.

Bir kısmı Osmanlıcılık fikrine sımsıkı sarılırken başka bir kısmı ise İslamcılık paydasında birleşmişti. Az ama yıllar sonra daha etkin olacak olan bir kısım aydın da Türkçülük paydasında çözümler üretme derdine düşmüştü.

Neticede, Müslümanların ve özellikle Türklerin içler acısı durumu ortadaydı.

Bazı Padişahtan daha çok Padişahçı olanların anlattığı gibi muhteşem bir sosyal yaşam imkânları yoktu.

Sanayileşen Avrupa karşısında halen eski tekniklerle tarım ve hayvancılık yapan toplumun ilerlemesi beklemezdi.

İstanbul, İzmir ve Selanik gibi liman kentleri büyürken diğer kentler oldukları yerlerinde sayıyordu.

İkinci Abdülhamit’ in hafiye teşkilatı toplumun acılarını dillendiren aydınların cellatları olarak, yaşanan sıkıntıların dile getirilmesine en büyük engel oluyordu.

Hafiye cellatlarından kurtulmayanlardan biriside Askeri öğrenci olan Akçuraoğlu Yusuf’tu. Okulda yaptığı Türkçü söylemler onun 80 kişi ile birlikte Fizan’a ( Libya Çöllerine) sürgün edilmesine sebep olmuştu.

Trablus’ a kadar götürülmüş, harcırah yetersizliği yüzünden çöle gönderilememişti. Arkadaşı Ahmet Ferit(TEK) ile beraber bir şekilde Paris’e kaçmayı başarmıştı. Abdülhamit devrilinceye kadar İstanbul’a geri gelememişti. Paris’te üniversite eğitimini tamamladıktan sonra yasaklı olduğundan babasının memleketine gitmiş ve bir süre amcasının yanında kalmıştı.

1904 yılında Mısır’da yayınlanan “Türk” adlı gazetede “Üç Tarzı Siyaset” adlı makalesiyle ilk Türkçülük manifestosunu yazmıştı.

Bu makaleye cevaben, “Ali Kemal(İngiliz Kemal) – Cevabımız” ve “Ahmet Ferit – Bir Mektup” makaleler yazmıştır.

Bu makaleler incelendiğinde günümüze dem vuran birçok fikrin akıbetlerini oldukça net görebiliriz.

Akçura, makalesinin sonuç cümlesinde İslamcılık ve Türkçülük paydası arasında kararsızmış gibi durmuş izlenimi verse de metnin tamamı incelediğinde Türkçülük fikrinin en kapsayıcı bir amaç olduğunu sıklıkla ifade etmeye çalışmıştır. Osmanlıcılık fikrinin yarattığı kimliğin, Osmanlı dışı Türklere ve Osmanlı içi Gayri Türklere karşı bir dışlama ve ötekileştirmeye sebep olduğunu dillendirmiştir. Bunun sosyolojik açıdan yaratacağı handikapları oldukça net ifade etmiştir.

İşin ilginç tarafı torunu şimdi İngiltere dışişleri bakanı olan Ali Kemal’in, Yusuf Akçura’yı çok bilmiş bir endamla yerden yere vurmasıdır.

Çalınan borazanla nota değiştiren bir aydın olan Ali Kemal, günümüz yazarlarında farklı olmayan bir fikri düzendedir.

Gücün çaldığı notayla ses çıkaran muharririn(yazarın) akıbeti malum olduğu üzere toplumca linç edilmek şeklinde olmuştur.

Yusuf Akçura ise kurulacak olan devletin kurucu fikir adamlarından olmuş ve Türk Tarih Kurumu gibi önemli bir kuruluşun ilk başkanı olmuştur.

Gücün yanında olmak insana çok tatlı gelir.

Lakin tarih gücün yanında olanların akıbetlerini hiç hayra yazmamıştır.

Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen kalemlerin akıbetlerini ise hep hayırla tamamlamıştır.

O dönem çıkan ve günümüze ışık veren daha nice aydınlarımız var.

Lakin o dönem aydınları kadar aydın olamayan günümüz muharrirleri, umudumuz o ki ayı aydınlığa dönüşmeleridir.