DEVLET BEY
Bu milletin sana lâyıkıyla teşekküre mecali yok!
Senin bu hayrını Allah mükâfatlandırsın…
Mesnevi kıstası
“Bir emir, atıyla bir yoldan geçiyordu.
Bir ağacın altında uyuyan bir adam gördü. O sırada kara bir yılan, uyuyan adamın ağzından girmeye başladı.
Emir, atını üzerine sürüp ürkütmeye çalıştıysa da muvaffak olamadı.
Yılan adamın vücuduna girmişti.
Emîr; dirayetli, zeki, hikmet dolu bir insandı.
Hızlıca düşündü.
Uyuyan adamı feci ve hazin akıbetten kurtarmak için, bütün sanat ve maharetini kullanmaya koyuldu.
Başladı adamı kamçılamaya…
Adam, acı ile sıçrayarak uyandı ve üst üste şaklayan kamçı darbelerinden kurtulmak için korku ve endişe içinde kaçmaya başladı.
Emîr, adamın peşini bırakmıyordu.
Adam kaçarken bir elma ağacının altına vardı.
Emîr orada adamı tuttu ve ağacın altına dökülmüş, çürük, kokuşmuş elmaları zorla adamın ağzına sokmaya başladı.
Bir yandan da bağırıyordu:
«–Ey dertli biçare, hepsini yiyeceksin!
Bu çileye katlanacaksın!»
Adam ise bir taraftan o kokuşmuş elmaları zorla yutuyor, bir taraftan da emîre lânetler yağdırıyordu:
«–Ey emîr! Ben sana ne yaptım ki?
Bana kastın ne?
Bu zulmün sebebi ne?
Eğer hayatıma kastın varsa, bir kılıç vur da kanımı dök bari ne diye bu eziyeti çektirirsin?
Seni gördüğüm an, ne uğursuz bir zamanmış!
Senin yüzünü görmeyenler ne bahtiyar insanlarmış!
Suç işlememiş bir insana, bu zulmü, en büyük zalimler bile yapmaz! Görüyorsun, şu sözleri söylerken bile ağzımdan kan geliyor!
Yemin ederim ki senin kadar acımasız ve insafsız birini görmedim!
Ey Rabbim, bu zalimin cezasını Sen ver!»
Emîr, bu sözlere hiç aldırmadı.
Bütün elmaları zorla yedirdi üstüne üstlük yeniden kamçılamaya başladı:
«–Şu ovada koş bakalım!»
Adamcağız, kamçı korkusundan rüzgâr gibi koşmaya başladı.
Arada bir yere kapaklanıyor, fakat yediği kırbaçlarla yeniden ayağa kalkıp koşuyordu.
Zavallının midesi çürük elmalarla dolmuş, kamçılardan da, yüzü gözü yara bere içinde kalmıştı.
Buna rağmen emîr en ufak bir merhamet emaresi göstermiyordu.
Onu takati sona erip adım atacak hâli kalmayıncaya kadar koşturdu.
Adamın artık mecali tükenmişti.
Çürük dolu midesi, kan ter içinde onca koşturmaca sonunda iyice bozulmuştu. Daha fazla dayanamadı, safrası kabardı ve istifrağ etmeye başladı.
Yediği her şey zoraki bir tazyikle ağzından çıkıyordu.
Nihayet çürük elmalarla beraber, içindeki karayılan da dışarı fırlayıverdi.
Adam hayretler içinde kaldı.
Midesinden çıkan yılanın korkunçluğu karşısında dehşete kapıldı.
Her şeyi bir anda anladı.
Hemen koşup o sahih emîrin eteğine kapandı. Dedi ki:
MEĞER!
«–Sen meğer Cebrail’in rahmeti gibi gelmişsin!
Meğer sen benim velinimetim imişsin!
Seni gördüğüm saat, ne mübarek bir zamanmış!
Eğer sen olmasaydın ben çoktan hazin bir şekilde ölmüş gitmiştim.
Sen bana hayat bahşettin.
Senin yüzünü görene yahut ansızın senin mahallene gelene ne mutlu!
Ey tertemiz ve övülmeye lâyık olan has kul! Cehalet ve gafletim, bana, sana karşı ne kadar saçma sapan sözler söyletti. Onlardan dolayı beni affet!
Eğer bu hâli birazcık bilmiş olsaydım, o münasebetsiz sözleri hiç söyler miydim?
Fakat sen hastasının şifası için ona acı ilâç veren kudretli bir hekim olduğunu gizledin. Bunu bana azıcık açsaydın, sana hakaret değil teşekkür ederdim.
Fakat sen susuyor, coşup köpürüyor ve bir şey söylemeden habire başıma vuruyordun!
Neticede başım sersemledi, aklım başımdan gitti de bilmeden sana neler söyledim.
Beni bağışla; söylediklerimi gafletime ver!»
Mübarek ve firâsetli emîr dedi ki:
«–Eğer ben o vakit, senin iç âlemindekilerden bir parça söyleseydim, ödün kopardı.
Korku, seni helâk ederdi.
Kedi önündeki fare gibi mahvolur, kurda karşı kuzu gibi fani olurdun…
O karayılanın dehşetini sana bildirseydim, korkudan o anda perişan olurdun!
Eğer sen içindeki o canavarı bilseydin, ne elma yemeye kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusarak o karayılanı çıkarmaya…
Ben senden işittiğim uygunsuz sözlere sabrediyor, içimden de;
‘Ya Rabbi! Yılanın çıkmasını kolaylaştır! Bu biçareyi halâs eyle!’ diye dua ediyordum. Sen bana acı şeyler de söylesen, benim gönlümdeki ilâhî merhamet, seni o hâlde bırakmaya razı olmadı.
Çünkü benim hilkatim mâye-i merhametle yoğrulmuştur.
Bu Allah dostunun hakikatini anlayan adamcağız, ne diyeceğini bilemiyor mahcubiyet içerisinde şunları söylüyordu:
«–Ey yüce zat! Bu zayıfın sana lâyıkıyla teşekküre mecali yok!
Senin bu hayrını Allah mükâfatlandırsın!
Anladım ki, ehli irfanın verdiği zehir bile canlara safa, ruha gıda bahşetmektedir.»”
İçinde can düşmanını taşıyan insan ve onu, o düşmandan kurtarmakla vazifeli insan terbiyecileri olan enbiya ve evliyanın temsili vardır.
15 Temmuz açık ve net bir şekilde göstermiştir ki.
Devletin ve milletin içine FETO YILANI kaçmıştır.
Ve yine göstermiştir ki bu yılana karşı
Mücadele veren tek bir lider ve tek bir irade vardır…
O Lider Devlet BAHÇELİ ve O irade Ülkücü iradenin ta kendisidir…
Bu kutlu mücadelenin daha güçlü bir şekilde sürmesi için…
Biz İçine yılan kaçanları kamçılarken bize ettikleri hakaretleri gafletlerine verdik.
Biz İçine yılan kaçanların içine bir daha yılan kaçmasın diye…
Bu çıkan yılan bir daha
Türk Milletinin Türk Devletinin iç âlemine girmesin diye…
Türklüğün Bekası için EVET
Devlet için EVET
Millet için EVET
Cumhuriyet için EVET.